Paylaş
hurriyet.com.tr’den bir anket yapıp sorduk: Sizce gitmeli miydi? 108 bin 313 kişi oy kullandı.
Yüzde 69.5 yani 75 bin 313 kişi, "Gitmeliydi" dedi.
Yüzde 30.5 yani 33 bin kişi "Gitmemeliydi" dedi...
Ben de "Gitmemeliydi" diyenlerdenim. Yani Nimet Çubukçu’nun, "tehlikeli bir psikoloji" gerekçesine katılıyorum. Ağır tahrikle karışan duygusallık bir patlamaya neden olabilirdi. Ecevit’in cenazesine katılan bakanlara, hatta Cemil Çiçek’e yapılanları hatırlarsak...
Bülent Arınç oturduğu yerden "Nimet Hanım gitmeliydi" diyor... Acaba Bülent Arınç o cenazeye gitseydi ne olurdu?
İKİNCİ YAZI
Büyük İskender uyarısı
Şimdi daha iyi anlıyoruz...Obama’nın Ankara ziyareti öyle sıradan bir "merhaba" değildi...
"Sır odaları"ndaki konuşmalar, Ankara’daki "sessiz koridorlarda" henüz yankılanmaya başlıyor...
Şurası açık: Gül, "bugüne kadar yapılanların yarattığı olumsuz sonuçlar" başlığı altında Bush yönetiminin hatalarını diplomatik bir nezaket içinde Obama’ya anlatmış...
Ve konu Pakistan’a gelince, Obama sözü Türkiye’nin yapabileceği katkılara getiriyor...
İşte tam bu noktada Gül şöyle diyor:
- Afganistan tarihte yeri olan bir bataklıktır... Orada üç imparatorluk battı. Büyük İskender orada battı. Büyük Britanya orada çöküşe geçti. Ve Sovyetler Birliği orada tıkandı gitti. Bu nedenle Afganistan’a, Pakistan’a böyle yaklaşmayın... Dikkat edin.
Bu sözler önemli...
Gül çok açık bir şekilde şu uyarıyı yapıyor:
"Bush yönetimi, yalnızca güç ve baskı politikasıyla büyük bir hata yaptı. Böyle giderse siz de orada tıkanacaksınız."
Hemen ardından, İran, Suriye ve Irak konusunda nasıl bir politika izlenmesi gerektiğini anlatıyor...
Diplomatik eskort
Sevgili okurlar; Son bir hafta içinde Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’yla uzun sohbetler yaptım. Sorular, cevaplar analizler...
Çıkardığım sonuç şu:
Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dönemin başladığı görülüyor...
Bu yeni dönemde Türkiye, ABD’ye bölgede "diplomatik eskort"luk yapacak...
Başlıklar halinde gidersek:
PAKİSTAN KRİZİ: ABD’nin şu anda 1 numaralı sorunu... Obama ABD’ye döner dönmez yardımcısını Türkiye’ye gönderiyor. Pakistan’ın Genelkurmay Başkanı İstihbarat başkanı Türkiye’ye geliyorlar. Ankara’daki "sır odaları"nda yapılan görüşmelerde Türkiye aldığı bilgileri, kendi yorumlarını da ekleyerek ABD’ye ve NATO’ya aktarıyor..
SURİYE-İSRAİL: Şam’da Esad’la 1.5 saat sohbet ettim. Kendi ağzından "Bizim için tek güvenilir arabulucu Türkiye’dir. Türkiye’siz olmaz" sözünü duydum. Suriye’siz Filistin ve Lübnan’da barış olmayacağına göre Türkiye burada da kilit ülke konumunda...
IRAK: Etnik ve dini temele dayalı bir federe yapı olursa Irak bölünecek. Bu nedenle Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki yönetimle ilişkisi çok önemli. ABD bu noktada Türkiye’nin atacağı bazı adımları bekliyor.
İRAN: Türkiye bu konuda aktif rol almayabilir. Rusya etkin faktör. Ancak ABD’nin İran’la ilişkilerinde bölgedeki hassasiyetlerin tespiti için Türkiye önemlidir...
Evet, yeni dönem bu...
Önümüzdeki dönemde Ankara’da çok önemli bir trafik oluşabilir. Bir barış trafiği...
ÜÇÜNCÜ YAZI
’Tarihi fırsat nedir’e cevap
KİMLE karşılaşsam aynı soru:- Nedir bu tarihi fırsat?Cumhurbaşkanı, "Asker sivil bugüne kadar hiç olmamış bir uyum içindeyiz. Budur işte fırsat" dedi...
Yeterli olmadı... Somut bir şeyler bekleniyor... Baykal soruyor. Bahçeli yükleniyor. Her gün sizlerden yüzlerce mesaj geliyor. ASAM’ın kurucularından Mehmet Şüküroğlu ile karşılaşıyorum. O da soruyor:
- Nedir bu tarihi fırsat?
Aslında bu olayı, bir "devlet bilmecesi" haline getirmek yanlış oldu...
Bendeki cevaba gelince;
- Asker ilk kez bazı adımlara karşı çıkmıyor. Savaşan bir taraf olarak, siyasetin önünden çekiliyor.
Bu kapsamda devletin kafasında bazı ihtimaller beliriyor. Örneğin yerel yönetimlerde bazı değişiklikler olabilir mi?
- Şehirleri valiler değil de seçilmiş belediyelerin meclisleri yönetse ne olur?
- İl sağlık müdürlüğü, milli eğitim, karayolları gibi hizmet unsurları bu meclise bağlansa...
- Ankara’nın o merkezi hükümet ağırlığı kaldırılsa.
Cumhurbaşkanını halk seçiyor. Neden cumhurbaşkanına bağlı olan valileri de halk seçmesin?
Olur mu?
Cesaretimiz var mı?
Halka güveniyor muyuz o kadar?
Hadi bunu yapamıyoruz. Seçilmiş belediyelere neden yalnızca sokak temizlettirip, altyapı hizmetleri yüklüyoruz?
Bırakalım tümüyle yönetsin o şehri...
Bu "sivil cesaret" var mı?
Budur işte tarihi fırsat. Bunların devletin en üst kademelerinde artık konuşuluyor olmasıdır...
Yakında yerel yönetimler üzerine bir tartışma başlayabilir...
DÖRDÜNCÜ YAZI
Budur işte içine düştüğümüz engel!
DHA Muhabiri Ali Can Zeray bildiriyor...
Edirne’de Zihinsel ve Bedensel Engelli Olimpiyatları başlıyor... Bütün yetkililer, devlet adamları, ileri gelenler, öteki ilgililer toplanıyor... Bir kortej oluşuyor. En önde engelli sporcular. Tekerlekli sandalyeler...
Bando eşliğinde yürüyüş başlıyor. Engelli sporcular ellerinde çiçekler Atatürk’ün anıtına çelenk koyacaklar... Marşlar söyleyerek meydana doğru geliyorlar. Ve öylece kalıyorlar..
Anıta bir türlü yaklaşamıyorlar... Bir sessizlik...
Çünkü merdiven var. Ve onlar için bir geçiş yolu yok... Engelli için bir yol yok.
Atatürk’e gidemiyorlar...
Budur işte durum...
Budur içine düştüğümüz kafanın engeli...
BEŞİNCİ YAZI
Ekranda ’kamplaşma’ patlaması
32’nci Gün programı... Vakit Gazetesi’nden Serdar Arseven, Cumhuriyet’ten Ümit Zileli ve Mehmet Faraç... Rıdvan Akar yönetiyor. Program canlı değil. Banttan yayınlanıyor...
Ve daha ilk 5 dakikada muazzam bir bağırtı.
"Alçak", "şerefsiz", "rezil"...
Hakaretler havada uçuşuyor. Kimse kimseyi dinlemiyor. Ben o feci anı görünce Türkiye geldi gözümün önüne... "Öfke denizi"nde patlayan fırtınalar. Kabaran "hakaret dalgaları" yürüdü üstüme...
Üzerimize yerleşen o "nefret çölü"nde her geçen gün daha da büyüyen o "kaktüs dil" geldi.
Evet o "kaktüs dil"...
Kavga öylesine büyüyor ki; yayın kesiliyor. Ve arada Mehmet Faraç, Arseven’e iki bardak fırlatıyor... Faraç’ın o saldırgan hali gözümün önünden gitmiyor.
Olacak şey mi? Oluyor işte...
O gazetecilere tek soru sordum:
- Bu iyi oldu mu şimdi?
Serdar Arseven: "Ben söylediklerimden pişman değilim. Ama bardak fırlatılır mı kardeşim? Konuşmak için oradaydık."
Ümit Zileli: "Olmasaydı daha iyiydi. Hatta keşke yayınlamasalardı o programı."
Mehmet Faraç: "Böyle şey görmedim. Çok sinirlendim. Olmasaydı iyiydi."
Ve Rıdvan Akar: "Eğer yayınlamasaydık, Vakit Gazetesi ’Bize yapılanları sansür ettiler’ diye yayın yapardı. Herkes ayrı bir şey yazardı. Yayınlamak zorunda kaldık."
Bakın herkes kendi açısından haklı. Ama ortada ağır bir kavga var.. Ne garip değil mi? Türkiye’nin ekrandaki halidir işte bu..
Bu yüzden işte, kimsenin kimseyi dinlemediği bir ülkede "sözlükler kapanıyor". Diyalog kesiliyor. Kamplaşma keskinleşiyor. Hayat çölleşiyor.
Ve o "kaktüs dil" hepimize hakim oluyor...
ALTINCI YAZI
Cumhuriyet tarihinin en büyük otoyol ihalesi
ANKARA’da öyle bir ihale var ki, teklif zarflarının bulunduğu oda günün konusu oldu. Teklif zarfları özel bir kasaya konuldu. Kasanın anahtarları farklı görevlilere dağıtıldı. Bu da yetmedi kasanan bulunduğu koridora özel güvenlik kamereları yerleştirildi. Ne mi bu ihale?
İstanbul-İzmir Otoyolu.
Yap-İşlet-Devret. Bedeli 6.5 milyar dolar. Bir başka deyişle IMF’den beklediğimiz para. Yani o kadar büyük.
İhalenin bir başka özelliği de Gebze’den Yalova’ya kadar yapılacak olan köprü. Yani dünyanın en uzun köprüsü.
Kulisler bu kıran kırana ihalenin nasıl sonuçlanacağıyla çalkalanıyor. Zarflar 15 gün içinde açılacak. Öylesine hassas bir ihale ki konu Başbakan’a kadar iletilmiş durumda. Elbette bu kadar büyük ihaleyle ilgili onlarca söylenti çıkabilir. İddialar, sorular, yorumlar olabilir. Ama bundan daha önemli bir şey var.
Türkiye bu büyüklükte bir ihaleyi, dünya krizinin tam ortasında gerçekleştirebilirse bu önemlidir. Yine bu büyüklükte bir dış finansmanın sağlanabilir olması da Türkiye’nin cazibesi açısından anlamlıdır. Bu yüzden şimdi gözler bu büyük ihalenin sonucunda.
Paylaş