Paylaş
- Bölünecek miyiz?
Biraz daha geriye doğru bakarsak;
Aslında nasıl bir “korku coğrafyası”nda yaşadığımızı anlıyoruz.
Yıllarca komünizm gelecek korkusuyla gencecik çocuklar işkenceden geçti.
Okuduğu kitaplar yüzünden hayatlar karardı. Sürgünler yaşandı. İdam sehpaları kuruldu.
Sonra ne oldu?
Komünizm çöktü. Korkudan yasaklanan Nâzım Hikmet yeniden vatan şairi ilan edildi.
ABD-NATO ikilisi için komünizm tehdit olmaktan çıkınca;
Gözler Ortadoğu’ya, Afganistan’a İran’a döndü...
Bu defa da irtica korkusu başlatıldı.
Yine işkenceler, yıkılan hayatlar, kararan dünyalar, çekilen acılar...
Şu hale bakın!
Nasıl bir coğrafyadır ki bu;
Topraklarına sürekli olarak korku ekilmiştir.
Ve bu yüzden o topraklarda çiçek yerine daha çok çelenk yetişmektedir.
İşte yıllarca;
PKK korkusundan Suriye ve Irak sınırını mayın döşeyip kapattık.
Ermeni meselesinden ve korkusundan, Ermenistan sınırını kapattık.
İran’dan irtica gelir diye sınıra filtre taktık.
Komünizm korkusuyla kuzey sınırlarını kapattık. Karadeniz kıyılarımızı ticarete değil;
NATO radarlarına göre şekillendirdik.
Kıbrıs ve Yunanistan korkusundan dünyanın en güzel denizi Ege’yi savaş gölüne çevirdik.
Nasıl bir korku tarihidir ki;
Bir türlü yakamızı bırakmıyor.
Sürekli olarak birilerinin bizi böleceği ya da kırıp dökeceği korkusuyla sınırlarını dünyaya kapatmış bir tarihten geliyoruz...
Ve şimdi tam, “Artık bu korkuları yendik dünyaya açılıyoruz” derken;
Bu defa korku coğrafyasından çıkıp; çevremizi kuşatan bir “gözyaşı coğrafyası”na düştük.
Bir zamanlar sınırlarımızı kapattığımız Suriye’de bir vahşet dekoru kuruldu. Kan ve gözyaşı birbirine karışıyor.
Filistin zaten bir gözyaşı tarihidir.
Dünya mazlum halklar tarihinin en acılı dekorudur.
Irak’ta insanlığın ölümünü canlı yayınlardan izledik. O yayınlar sayesinde vicdanlarımız öylesine nasır bağladı ki;
Irak’ta ölen bir milyon insanın haykırışlarına karşı sağır olduk.
Şimdi Suriye’deki gözyaşının önünde diz çöküp bekliyoruz.
Sağır bir dünyada;
Tarihimizdeki “korku coğrafyası’ndan;
Kör bir vicdanla;
“Gözyaşı coğrafyası”na doğru düşüyoruz...
Öylesine düşüyoruz ki;
Hiçbirimizin vicdanı paraşüt olmuyor insanlığa!
İKİNCİ YAZI:
Kürt hareketi de sivilleşmelidir
DÜN Nevruz kutlamalarına bakıyorum...
Kutlamadan daha çok bir öfke nöbeti gibiydi...
Bir bilek güreşi. Bir nefret seli.
Ya da bir vahşet dekoru.
Coplar, gaz bombaları, çığlıklar...
Ne hazindir ki;
Bu topraklardaki kutlamalar bir savaş alanı gibidir.
Yıllarca yasaklanmış 1 Mayıs’larda kan döküldü. Coplar, gaz bombaları, haykırışlar...
Şimdi Nevruz savaşları var.
İnatla ve ısrarla;
Nevruz’u resmi otoriteye karşı “özgürlük ateşi” gibi yakmak isteyenler tuzağı kuruyor;
Resmi otorite de o yasağın tuzağına düşüyor...
Sonra öfke patlıyor.
Yine coplar, gaz bombaları ve çığlıklar...
Yani içine çektiği kampın çocuklarını ateşlemek için uygun bir yasak bulan o zihniyet;
Hemen pimi çekiyor.
Mesela BDP Başkanı Demirtaş diyor ki;
“Bugün polis karakoldan çıkmasın!”
Nasıl bir tahrik ama...
Dinamite ayarlı bir tahrip kalıbı gibi...
Ya da:
Bir tahrik kalıbı!
Dekor hazır, senaryo tamam!
Oyuncular tetikte!
Ve perdeeeee!
Baharın gelişini bir “bilek güreşi”ne çeviren o zihniyetin daha önceki sözünü de hatırlayın:
Yani Diyarbakır belediye Başkanı Baydemir’in şu sözünü:
“İşte bahar geliyor. Eğer bir çözüm bulmazsanız, müzakereye oturmazsanız, bu defa çok daha kanlı olur.”
Ne acı!
Bahar müjdesini kanlı bir tehdide dönüştüren bu zihniyet ne yazık ki bir türlü sivilleşemiyor.
Devletten sivil çözüm bekliyor. Ama kendi üslubu sivil değil!
Dağlardaki çocukların cesareti üzerinden yapılan siyaset sivil midir?
Sivil irade;
Yalnızca üniformasız olmak anlamına mı gelir?
Oysa üniforma bir şekildir.
Asıl olan o zihniyetin üniforma giyip giymediğidir.
İşte bu nedenle diyorum ki;
Nevruzda sokağa çıkan çocukların, dağlardaki gençlerin cesareti üzerinden siyaset yapmak;
Ya da toplumun ortasına öfke kampları kurmak;
Sivil irade ya da sivil siyaset değildir...
Bu nedenle dağlardaki eli silahlı gençlerin cesareti üzerinden bahar tehdidi yapan belediye başkanına;
Nevruz’da sokağa çıkacak çocukların cesareti üzerinden polise “Bugün karakollarınızdan çıkmayın” tahriki fırlatan BDP Başkanı’na aynı çağrıyı yapıyorum...
Gerçek anlamda sivilleşebiliyor musunuz?
Kürt hareketi ya da içinde bulunduğunuz siyaset PKK ile bir noktada hesaplaşıp demokratik bir derinliğe ve sivilleşmeye ulaşabiliyor mu?
ÜÇÜNCÜ YAZI:
Bir diplomatın evrakı metrukesi
BİR Avrupa kentinde tecrübeli bir diplomatımızla karşılaştım. Baktım yüzünde bir hüzün var.
“Hayırdır!” dedim.
“Ne olsun işte uğraşıyoruz” dedi.
“Neyle uğraşıyorsunuz?” diye soruyorum:
Diyor ki:
“Biliyorsunuz Ermeni soykırım iddiaları konusunda Avrupa’da bir furya başlatıldı. Ben de o nedenle burada Celal Bayar’ın torunuyla sohbete geldim.”
O an dayanamayıp biraz da gülerek;
“Bu sorunu dinlemekten bıkmadınız mı artık” dedim.
İşte cevabı:
“Vallahi Fatih Bey; ben mesleğe başladığımda bu meseleyle cebelleşiyorduk. Yıllar geçti. İşte emekli oluyorum. Hala bu meseleyle uğraşıyorum. Ne hazin değil mi. Bir ömür bununla geçti.”
Gerçekten de ne hazin bir kader bu?
Halkların tarihleri, acıları üzerinde bu kadar vahşi bir siyaset yapılmaz ki?
Paylaş