Paylaş
Kadın Hakları Bölümü Başkanı Liesl Gerntholtz...
Bireysel tarihine bakınca tam bir savaşçı.
Dün Vuslat Doğan Sabancı’nın ev sahipliğinde tanıştık.
Kadınların arasında dört erkektik.
Ertuğrul Özkök, Yalçın Doğan, Kanat Atkaya ve ben...
Azınlıktaydık yani.
Belli ki Emel Armutçu yine çok iyi bir organizasyon yapmıştı.
Bir süre önce BDP’li kadınlara neden yeterince yer verilmiyor diye eleştirdiğim KADER’in genel başkanı Çiğdem Aydın da oradaydı. (Haklı cevaplar da almıştım.)
Demokrasinin, özgürlüklerin, insan haklarının en temel değeri olarak gördüğümüz kadın hareketi konusunda aynı mücadeleyi hissettiğimiz için aramızda kırıklık yoktu. Güldük.
Ve işte o zaman sordum o soruyu...
BIG MOTHER WATCHING
Ama o soruya geçmeden önce bir ayrıntıyı aktarmam gerekiyor.
Doğrusu bu “izleme” sözü hep garip gelmiştir bana.
“Big Brother Watching” gibi bir “korku tarihi”nden geldiğimiz için.
Ben daha çok, “Big Mother Watching”i tercih ediyorum.
Çünkü bana göre, insanlığı büyükannelerin izlemesi, dünyayı fethetmeye ayarlı büyükbabaların izlemesinden daha değerlidir.
En azından kadınlar, fethe değil, keşfe yatkın oldukları için.
Öldürmeye değil, doğurmaya ayarlı oldukları için.
Boğmaya ve boğdurmaya değil, yaşatmaya tutundukları için.
Ne gariptir ki, hayata ana kuzusu olarak başlayan oğullar, baba haline gelmeye başladıkça, vahşileşmeye, kırıp dökmeye başlıyor.
Nedendir bilmem, kardeşlerini, oğullarını boğduran padişahlar övgülerle hatırlanır?
Kardeş katili denmez...
Devlet gibi bir kavram, cinayeti yasalaştırır, iktidar gibi bir kavram, her türlü işkenceyi normalleştirir. İşte bu nedenle kadınların yönetimde olmadığı bir dünya, savaşın ve kanın dünyası oldu.
Olmaya da devam ediyor.
Şimdi gelelim soruya:
Dedim ki:
“Siz hep siyasi partilerden kadın için kota istiyorsunuz. Niye? Dünyada erkek nüfus kadar, kadın nüfus da var. Kadınlar neden kendileri aday olmazlar. Birbirlerine oy vermezler. Neden hep erkek egemen bir yapıya karşı talepkâr duruma düşerler?”
Elbette birçok cevap verildi. Ama bana yeterli gelmedi o cevaplar...
Mesela Türkiye nüfusuna bakalım. Erkek-kadın oranı öyle çok farklı olmamalı.
Öyleyse neden kadınlar aktif siyasette bir varlık koyamıyorlar.
BDP’yi bu eleştiriden uzak tutuyorum.
Çünkü en fazla kadın aktivisti ve siyasetçisi BDP ve benzeri hareketlerden çıkıyor.
Sanıyorum, bu kadar önemli bir toplumsal acı, daha çok bir sosyal sorumluluk projesi gibi algılanıyor.
Fahri kalıyor. Bir gönüllü hareketi gibi hissediliyor.
Oysa bana göre kadınların yönetimlerde ya da aktif siyasette ağırlığını koyması, aynı zamanda erkek egemen yönetimlerin yarattığı acılardan insanlığın kurtuluşu olabilir.
Bu yüzden diyorum ki, kadın hareketlerinin başarısı aynı zamanda erkeklerin de kurtuluşu olabilir.
Mesela töre cinayetlerinde öldürülen kadındır. Cezaevlerinde çürüyen ise erkek.
İşte o öldüren erkeğin de kurtuluşundan söz ediyorum.
Soruya dönersek eğer...
“Neden kadınlar kendi nüfuslarına hâkim değiller de erkek egemen yapıdan talepkâr oluyorlar?”
Var mıdır bir cevabı?...
Not: Bu tür toplantılara katılanların isimleri genellikle tek tek sayılmaz. Onlar en büyük desteği verirler. Sessiz birer kahraman gibi çalışırlar. Ama medya bu tür organizasyonlara pek fazla yer ayırmadığı için tek tek isimlerini göremezsiniz. Bu defa ben bu durumu kırmak istedim. Davet edilenleri tek tek yazmak istedim. Kutlamak istedim.
İstedim, çünkü doğumun nasıl bir mucize olduğunu biliyorum. Ve hayatın da o mucizenin bir sahnesi olduğunu düşünüyorum. O yüzden kadının özgürleşmesinin, insanlık mucizesinin ayakta kalması demek olduğunu söylüyorum.
Arzuhan Doğan Yalçındağ, Ayla Kerimoğlu, Ayşe Arman, Ayşe Böhürler, Ayşe Sözeri Cemal, Cansu Çamlıbel, Demet Çetindoğan Sabancı, Emine S. Kamışlı, Gila Benmayor, Gülden Türktan, İmre Barmanbek, Rana Zincir Celal, Melis Alphan, Mutlu Tönbekici, Nur Ger, Nurdan Şahin, Revna Demirören, Tijen Mergen, Yazgülü Aldoğon, Yıldız Ramazanoğlu, Zeynep Göğüş, Miriam Mahllow, Emma Sinclair...
Ve Van’daki Zozan’dan Ankara’daki Halime’ye, Bursa’dan Şebnem’e kadar tek tek kutluyorum.
Paylaş