İnanılmaz bir gösteri anında tanıştığım modacı kadın bir ara şöyle dedi: “Çok daha iyi ürünler çıkabilir. Ama Avrupa bu ara çok içine kapandı”. O kısa sohbetin özetini bir tek kavramla açıklayabiliyorum: “Kendi gündemine tıkanmak”. Yani... “Çıkmaz sokak duygusallığı.” Yani... “Yeşertmeyen topraklar” Yani... “Akmayan nehirler...” Öteki adıyla “kurumak”... Bu yüzden “kendi gündemine tıkanmak” diyorum. Yani bir gazetenin her gün aynı haberi manşet yapması gibi. Bir TV habercisinin her gün aynı haberi vermesi gibi. Kendi gündemlerine tıkanan halklar, bir süre sonra kendilerini bir merkeze yerleştirip sürekli kendi etraflarında dönmeye başlıyor. “Kurumak” dediğim de işte bu. Kristof Colomb’un Cebelitarık’tan geçip sürekli Portekiz’e geri dönmesi gibi. Bir türlü okyanuslara açılamayan bir Colomb olabilir mi? Olsaydı adı Colomb mu olurdu? Tarihe kalır mıydı? Cebelitarık’tan sürekli geri dönen sıradan ve ezik bir denizci olarak bilinmezdi. Ve bizler keşif duygusunu öğrenemezdik. İşte 40 yıldır içinde tıkanıp kaldığımız o “pejmurde gündem”... Oysa o gece... Yani Berlin Moda Haftası’nın kapanış gecesi... Muhteşemdi. Işıkla bu kadar mı güzel oynanır. Zifiri bir salon... Ve aniden o dev salonda açılan ışıktan sahneler... Sürekli yeniliği arayan insanlar... Yaratıcılığın okyanuslarını özleyen insanlar bununla da yetinmiyor. “Daha iyisi olabilir” diyor. İşte bu yüzden Avrupa yaratıcılığının, bu aynılığa tıkandığını söylüyordu Valerie... Dün Hamburg’da sinema gecesinde de aynı şeyi gözledim. Orada da “aynılıktan rahatsız olma hali” vardı. Sıradanlık... Sürprizini kaybetmek korkusu. Mizahını ıskalamak. Kahkahayı unutmak. Hediye alacak birisinin olmaması... Hep aynı renk takım elbise halinde bir hayat. Bundan korkuyor olmak. Budur işte yeniliği tetikleyen. Nehirleri tekrar akıtan. Çiçekleri açtıran o sürpriz yağmur... İçimizi tertemiz ve serin bir havayla dolduran karlı bir güne uyanmak budur. Aynılıktan rahatsız olanlar, dünyaya bir tarih bırakıyor. Çünkü “kendi gündemlerine tıkanmadan” yaratıyorlar. Okyanuslara açılıyorlar... Bütün bunları neden mi yazıyorum? Bir tek şeyi hatırlatmak için... Diyorum ki... “İçine düştüğünüz bu sağır gündemden bir çıkmayı deneyin bakalım.” Hayatınızdaki aynılıkları bir sorgulayın... Bakalım o sağırlığın ötesinde nasıl yeni sesler duyacaksınız. O takım elbise hayatının dışında... Acaba nasıl yeni renkler göreceksiniz. Diyelim ki çok önemli bir iş insanısınız. Paranın ötesinde bir rengi bulabilir misiniz? Ya da bir siyasetçi... Biraz kendinize doğru susar mısınız? Belki de bir gazeteci... “Her şeyi en iyi ben bilirim diyen o egonun dışında birisi var mıdır?” Ya da bir taş ustası... O duvarın önünde bir dakika aynaya bakar gibi durabilir misiniz? Bunları okuyan okur olarak siz kimsiniz bilmiyorum. Ama lütfen dener misiniz.