Canlı bombalar için cansız bir fotoğraf

BU nasıl bir kavgadır ki...

Haberin Devamı

Canlı bombalar için cansız bir fotoğraf

Yalnızca bizim coğrafyamıza hiç dinmeyen bir kan damlası gibi yükleniyor.
Filistin’den İsrail’e...
Lübnan’dan Libya’ya..
Mısır’dan Irak’a...
Suriye’den Karabağ’a kadar tam bir kan çanağı...
Dağlarımıza, sokaklarımıza, evlerimize birer sülük gibi yapışan o inat... O körlük... O reddediş...
Avrupa’nın 100 yıl önce yaşadığı aydınlanmayı, korkudan ve inattan yapılmış bir azgınlıkla kurutan bu kavga. 70 yıl sonra dönüp yine aynı çamura saplanıyor.
Aklımız delik deşik.
Anadolu’nun evlatları şaşkın. Halkları kırgın.
“Hukuk” deseniz, “hakaret” gibi geliyor.
“Adalet” deseniz, yıllardır herkesin çiğneyip attığı bir sakız markası gibi anlaşılıyor.

ÖLÜM İLANI


İşte Cemil Çiçek...
TBMM Başkanı. Yılların tecrübesi. Bir o kadar Adalet Bakanı.
O söylüyor:
“138’inci madde ölmüştür...”
Nedir o madde?
Yargının bağımsızlığıdır. Kuvvetler ayrılığıdır. Tuz kokarsa dememek içindir.
Peki böyle bir “ölüm ilanı” ne anlama geliyor?
Çok açık...
Meclis’ten gelen bir işaret fişeğidir bu.
O yüzden “Tek çare parlamentodur...” diyorum.
O yüzden sinirlerinden arınmış, makulü hisseden bir siyaset diyorum...
Akil insanların bir araya gelmesi gerekir diyorum.
Ve o yüzden televizyonlara çıkıp yangına benzin dökenler için soruyorum: “Ey öteki dünyada cennete gitmek için bu dünyayı cehenneme çeviren, bir canlı bomba gibi toplumun moraline saldıran kafa...”
Bir an olsun, ötekini de anlayarak yaşayamaz mısın?
Senden olmayanı da kabul ederek konuşamaz mısın?
Senin meşrebinden, senin inancından, senin ahlakından, senin yolundan, senin ideolojinden, senin rotandan, senin pusulandan, senin renklerinden, senin dillerinden, senin zevklerinden, senin değerlerinden olmayanı da anlayabilmek için biraz olsun kalbine bir sevgi penceresi açamaz mısın?
Bir an olsun içindeki kilitleri kıramaz mısın?
Fatih’te kiliseyle camiyi yan yana yaşatan, havrayı, sinagogu, insanlık bahçesindeki farklı birer inanç çiçeği gibi gören bir tarihten geldiğine göre...
Bulgar kilisesini 1 haftada yaptırtan sultanı yalnızca tarih kitaplarından mı dinledik?
Ve Fatih’i yalnızca fetih günlerinde anmak yerine...
O muhteşem insanların “fetih”ten önce insanı “keşfettiğini” bilen bir tarihten geldiğine göre...
Biraz olsun genlerinden böyle bir hatıra filizlenemez mi?
Şu hale bak...
Televizyona çıkan her yorumcu, sanki dünyayı kurtaracak. Öylesine köpürüyor ki... Suçluyor, yargılıyor. Mahkûm ediyor. Ama bir türlü “Yahu benim tarafta da şu hata var” demiyor. Kayıtsız şartsız kendi kampının ateşiyle yanıyor. Kıvılcımlar saçıyor...
İşte o yüzden soruyorum:
Hâkimin savcıdan, siyasetin polisten, valinin kaymakamdan, aklın mantıktan şüphelendiği bir hayat, hepimiz için nasıl bir yorgunluktur.
Kafalarımız ellerimizin arasında...
Bir tek saniye bile gökyüzüne bakmadan geçen bir hayat olur mu?
Memleketi iki tarafından bir “engizisyon makarası” gibi geren bu kamplaşmaya daha ne kadar dayanılır.
O yüzden ruhumuzu kıstıran bu mengeneye karşı biraz “nefes” diyorum...
Kibri ve inadı bir kenara bırakıp biraz “nefes” diyorum.
“Senin ihtirasın ötekine cehennem olmasın” diyorum.
“Ötekinin kibri sana zindan olmasın” diyorum.
Öfkeden ve şüpheden arınmış insanların bir araya gelip makulde ve demokraside buluşmasını istiyorum.
Ve işte o yüzden bu yazıyı dün Adana’dan gelen bir fotoğrafla bitiriyorum:
İyi bakalım bu fotoğrafa.
Hayatın acı taraflarından geliyor. İşsizlikten bunalan bir annenin uzun sürmüş bir intiharıdır bu. Bir kamyon kasasında... Bir eşya, bir inşaat malzemesi gibi taşınan bir hayatın son halidir bu...
Başında bir çaresizlik anıtı gibi duran adam da, o genç annenin işsiz kocasıdır...
Gitti gidiyor işte...
Biz demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü konuşurken, o bir kamyon kasasında gidiyor...
Hayatın ve insanın üstünlüğünü arkasında bırakarak.

Yazarın Tüm Yazıları