Paylaş
Sırt çantaları ve ellerinde haritalarıyla at sırtındaki bu kızları macera düşkünü birer gezgin zannedebilirsiniz.
Antalya Çıralı’da ata binen “turistler” gibi.
Kapadokya mı desem, Göbeklitepe mi?
Hiçbiri...
Durun, tane tane, yavaş yavaş anlatayım.
*
Kilometrelerce gittikten sonra, asfalt yol daralıp dağlara doğru kıvrılmaya başlayınca bir heyecan basmıştı içlerini...
Sonra kayaların, ağaçların arasına doğru toprak yola döndüler.
Dağın yamacından havzalara bakınca bir başka dünyadaydılar sanki.
Aşağıda Demirözü Deresi gürül gürül akıyordu.
Bütün gün yol gelmişlerdi.
Nihayet toprak yol da bitmişti.
“Buradan sonrasını at sırtında gideceğiz” dediler.
Bindiler atlara. Çekine çekine ilerlemeye başladılar.
Az ileride Kışlak Mahallesi olacaktı... Biraz daha gidince, haritayı açtılar, aletleri çıkardılar. Pusula, cetvel...
Harita üzerine birtakım çizgiler çiziyorlardı.
Köylüler de büyük bir mutlulukla seyrediyordu.
Köylülerin gözlerinde sıcak bir gülümseme vardı.
Köylüler mutluydular.
Niye biliyor musunuz?
Çünkü at sırtında ellerinde haritalar, sırt çantalarıyla gelen bu kızlarımız, Devlet Su İşleri’nin 6’ncı Bölge Müdürlüğü’nde çalışan mühendis kızlarımızdı.
Adana’nın Aladağ ilçesine gelmişlerdi.
Kasımlı Barajı su tutmuştu. Mühendis kızlar da köylere verilecek suyun yolunu, debisini yani havzayı planlıyorlardı.
Resmi makamları şöyleydi:
“Devlet Su İşleri (DSİ) 6’ncı Bölge Müdürlüğü Havza Yönetimi İzleme ve Tahsisler Şube Müdürlüğü”.
Köylüler aylardır bu mühendisleri bekliyordu.
Valilik, kaymakamlık, bölge müdürleri. Toplantılar. Verilen sözler. Baraj inşaatı... Ankara’dan gelen haberler. “Oldu, oluyor... Su geldi geliyor” haberleri... Bitmek tükenmek bilmeyen bekleyiş.
İnancın kuruduğu susuzluk anları...
Ama nihayet o büyük gün gelmişti.
Mühendisler geliyordu...
Ve köylüler koca koca mühendisler beklerken, DSİ’nin gencecik isimsiz melekleri çıkmıştı karşılarına.
Yadırgasalar da hiç çaktırmadılar.
Daha da sevdiler. Saygı gösterdiler.
Onlar haritayı çizdikçe, sanki o köylerin susuz kaderleri de yeniden çiziliyordu.
O yüzden elleri yüreklerinde beklediler.
Suyu getirecek mühendislere “meleklerimiz” dediler.
BİR ELİNDE HARİTA BİR ELİNDE PUSULA
- Evet arkadaşlar...
Hemen her yazımda kahramanlığın yalnızca cephede savaşmak anlamına gelmediğini yazıyorum.
Elbette cephelerde şehit düşen, gazi olan, savaşan Mehmetlerimiz başımızın üstündedir...
İsimleri kalplerimizde yazılıdır.
Yani diyorum ki...
İşte bir de böyle “isimsiz kahramanlarımız”, hiç göremeyeceğimiz “meleklerimiz” var...
Düşünün ki onlarca köy at sırtındaki bu mühendis kızlarımızı bekledi.
Şimdi suya kavuşuyorlar...
Daha ne olsun...
Şimdi şu fotoğrafa bir daha bakın.
At sırtındaki mühendisler sizin kızınız olsa gurur duymaz mısınız?
Bırakın gururu...
Ben ağlarım arkadaş...
EN UZAKTAN EĞİTİM
HAKKÂRİ... Yüksekova... Sarıtaş Köyü... Yemişli Mezrası...
Fotoğraf işte tam buradan...
Burası Yüksekova’ya 15 kilometre. Sonra bir uzun yol daha... Yemişli Mezrası’nda yaşayan öğrenciler, uzaktan eğitime katılmak için internetin çektiği bir yer arıyorlar... Mezra seferber oluyor. Sonunda 1 kilometre uzaktaki bir ahırın damında interneti buluyorlar...
Ve uzaktan eğitimi “en uzaktan eğitim” olarak ahırın damına kuruyorlar.
İşte o ahırın damında eğitim gören Berjin Kaplan bakın ne diyor:
“Ben konservatuvar öğrencisiyim. Köyümüzde hâlâ şebeke yok. Canlı yayın derslerimize giremiyoruz. Buradan yetkililere sesleniyoruz: Lütfen köyümüze şebeke gelsin. Havalar kötü olduğunda hiçbir şekilde derslere katılamıyoruz. Daha önümüzde kış var.”
BU DA BENİM HAYALİM
- Eminim ki, Hakkâri Valiliği ve Milli Eğitim Bakanlığı bu sesleri duyacaktır.
Ama beni en çok etkileyen şey şu oldu.
Hakkâri Yüksekova’nın Sarıtaş Köyü’nün Yemişli Mezrası’nda bir konservatuvar öğrencisi olarak bir ağılın damında “uzaktan eğitime” girmesi.
Sevgili Berjin..
Bir gün seni bir sanat dalının icrasında görürsem...
Bir ses, bir nefes, bir duygu tercümanı olursan...
Bu fotoğrafı hiç unutmayacağım.
Hatta bu fotoğrafı kocaman basıp...
“İşte bireysel mucize budur” diyeceğim...
Paylaş