TÜRKİYE'nin büyük seyahat firmalarından, daha doğrusu otobüs işletmecilerinden birinden bir faks geldi.
Diyor ki: ‘‘Sayın Altaylı, Mercedes'i suçlamadan önce, biraz otobüs işletmecilerini suçlayın. Bizi suçlayın. Suçlayın ki, sorumlu olalım. Suçlayın ki, sorumlu olanımızla sorumlu olmayanımız arasındaki fark ortaya çıksın.’’
Seyahat firması yöneticisi okurum piyasadaki yüksek rekabetin, otobüs yolculuklarını giderek tehlikeli bir hale getirdiğini söylüyor.
‘‘Kár marjları o kadar düştü ki, otobüslerin bakımları doğru düzgün yapılmıyor. Yetkili servislere otobüs götüren üç beş firma kaldı. Yüzlerce milyar değerinde, üstüne üstlük can taşıyan bu araçları küçücük atölyelerde, 13 yaşında çocuklara tamir ettiren firmalar var.
Servis standardı, bakım standardı diye bir şey yok.
Gıcır fıcır modern karoserlerin altında 20 yıllık şasiler, motorlar, frenler var.
13 tonluk süspansiyona 17 tonluk kasa koyanlar var.
Bu konuda bir standart olmadıkça, değil Mercedes otobüsler, en son teknoloji ile üretilmiş, en güvenlikli, atmosfere girerken yanmayan uzay mekiklerini getirseniz Türkiye'de yanar’’ diyor bu yetkili.
Anlattıklarından anlıyorum ki, otobüs işleten firmalar maliyetleri düşük tutabilmek için, orijinal yedek parça kullanmaktan kaçınıyorlar.
Eskiyen parçaları değiştirmek yerine tamir ettiriyorlar.
Tamiratta üretici firmanın başlangıç kalitesini bir kenara bırakıp, ucuza yöneliyorlar.
Hal böyle olunca da, üretilen otobüs ne kadar kaliteli ve güvenilir olursa olsun, kısa bir süre içinde otobüsler Allah'a emanet hale geliyor.
Olaya aslında bu açıdan da bakmak ve belki de ABD'deki gibi ‘‘Ulusal Ulaştırma Güvenliği’’ konusunda çalışacak kurumları oluşturmak ve otobüslere de, aynen uçaklarda olduğu gibi bazı standartlar getirmek zorundayız.
Anlaşılıyor ki, Türkiye'deki bütün otobüsler üreticiler tarafından toplanıp sıfırlansa bile çok kısa süre içinde tekrar güvensiz hale gelecek.
Bunun önüne geçmenin tek yolu, Ulaştırma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı'nın, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın da desteğiyle bir standart oluşturması ve otobüslere birer ‘‘bakım karnesi’’ vermesi.
Bu bakımların yapılabileceği gerekli donanımı haiz tamir ve bakım atölyelerinin tespit edilmesi.
Yetkili servisler tarafından sürekli olarak vize edilecek olan karnelerin hem otobüs içinde yolcuların göreceği bir yere koyulması, hem de otogar giriş çıkışlarında ve polis kontrollerinde denetlenmesi.
Bakımı yapılmamış otobüslerin seferden men edilmesi.
Türkiye'de insan taşımacılığının yüzde 90'ının otobüslerle yapıldığını düşünürsek, bu önlemleri almak farz.
Savunma Sanayii Müsteşarlığı bizim mi İsrail'in mi?
SAVUNMA Sanayii Müsteşarlığı'nın bu ülkenin şimdilik 600 milyon dolarını nasıl İsrailli batık firma IMI'ya peşkeş çektiğini, daha 25 milyar doları nasıl peşkeş çekeceğini ve Savunma Sanayii Müsteşarlığı'nın bu kararı yüzünden Türkiye'nin olası bir 13 milyar dolarlık kaynağı nasıl kaybettiğini aktardım dün.
Türkiye'de sanayici kan ağlarken, Savunma Sanayii Müsteşarlığı'nın bir İsrail firmasına ‘‘kıyak’’ yapmasının anlamsızlığına değindim ve ‘‘Hiç değilse bu projede Türk firmaları tedarikçi olarak yer alsın ve paranın bir kısmı Türkiye'de kalsın’’ dedim.
Savunma Sanayii Müsteşarlığı'ndan tek bir seda gelmedi.
Duymazdan geliyorlar.
M 60 tanklarından şimdilik 170 tanesini, İsrailli batık IMI'ya modernize ettirecekler ve 600 milyon dolarımız gidecek.
Sonrasında geri kalan 730 tanka da aynı işlem yapılacak.
Ve bu işten Türk firmaları tek kuruş kazanamayacak.
Savunma Sanayii Müsteşarlığı ise bu konuda yanıt verme zahmetine bile katlanmayacak.
Komik değil mi?
Komik elbet ama verecek yanıt yok ki!
Geçmişte yerli üretimi artırmayı, en azından yerli katkıyı artırmayı kendine hedef alan Savunma Sanayii Müsteşarlığı şimdi içerdeki savunma sanayiini çökertmeyi, İsrail'inkini ise kalkındırmayı hedefliyor.
Anlayacağınız IMF'den gelecek olan 3 milyar dolar İsrail'e verildi bile.
İçerde batmakta olan sanayiciye de ayrıca bir 3 milyar dolar bulurlar inşallah.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Kitapları, kitap olarak kabul edebildiğimiz zaman.