BİRKAÇ gündür Türkiye’de insani gelişmenin sağlanamadığına değiniyorum. Oysa 21. yüzyılda ülkelerin motor gücü bu. Dünya Bankası geçtiğimiz 10 yıllarda sürekli olarak altyapı projelerine destek verdi ve ülkelerin gelişmesinde altyapı projelerinin önemli olduğunu düşündü.
Ardından Birleşmiş Milletler öncülüğünde yeni bir dönem başladı. ‘Önemli olan insanın gelişmesidir’ şeklinde özetlenebilecek bu dönemin temelleri ise ilginçtir 1985 yılında Türkiye’de yapılan ‘Gelişme: İnsani Boyut’ başlıklı bir BM toplantısıyla atıldı.
Bunun yolu, insanı eğitmekten ve bilgi toplumu haline getirmekten geçiyor. Bunu yapan İrlanda, bugün Avrupa’nın en zengin ülkesi. Avrupa’daki PC’lerin üçte biri İrlanda’da üretiliyor. ABD’nin ülke dışı yatırımlarının yüzde 30’u bu ülkeye gidiyor. Ülkeye gelen yabancı yatırım miktarı, adam başına 3 bin dolar seviyesinde. Ekonominin yüzde 30’u, ihracatın ise yüzde 40’ı yabancı sermayeli şirketlere ait.
Buna bağlı olarak, İrlanda OECD ülkeleri arasında üretkenliği en hızlı artan ülke.
İrlanda’nın dış satımında yüksek teknoloji mallarının oranı da yüzde 48.
Yani katma değeri yüksek ürünler pazarlıyorlar. Ve sonuç: İrlanda sadece ‘insanını geliştirerek ve eğiterek’ 1988 yılında 7 bin 200 dolar olan kişi başı ulusal gelirini, 2001 yılı itibarıyla 32 bin 410 dolara çıkardı. Biz de 10 yıllık hedefimizi 8 bin dolar olarak açıkladık. Bir de nasıl yapacağımız konusunu açıklayabilsek!
Paranoyak olmaya gerek yok
MÜTHİŞ bir paranoya içinde AB’nin yaptıklarını izliyoruz. Gerçi AB üyelerinin bazıları, bizi paranoyak yapmak için ellerinden geleni artlarına koymuyor değiller; ama biz de fazla ‘alıngan’ davranıyoruz.
Konuştuğumuz AB uzmanları, Türkiye’nin Kıbrıs ve serbest dolaşımın süresiz kısıtlanması gibi konulardaki itirazlarının haklı olduğunu söylüyorlar.
Çünkü Kıbrıs, Türkiye açısından hiçbir zaman şart olmadı ve Kıbrıs’ın bu noktaya gelmesini AB’nin hatalı politikaları sağladı. Serbest dolaşımın süresiz kısıtlanması ise AB’nin kuruluş ruhuna ve amacına aykırı. Kurucu Anlaşma, bu isteği ‘gayri yasal’ hale getiriyor.
Ancak diğer müzakere şartları konusunda Türkiye’ye karşı özel bir ‘garez’ yok.
Türkiye’nin tüylerini diken diken eden ‘müzakerelerin kesilmesi, uygulama başlamadan müzakere edilen dosyanın kapatılmaması’ gibi şartlar sadece bizim için değil, müzakerelere başlayacak olan Hırvatistan ve bundan sonra üye olmak isteyecek olan bütün ülkeler için geçerli.
Yani bunlar Türkiye paragrafının özel koşulları değil.
Aşırı alıngan olmamak gerek. Daha önümüzde çok pazarlık süresi var.
Hagi ve gençler
BÜYÜK derbiye az kaldı. Birkaç hafta öncesine kadar favorim Galatasaray’dı. Çünkü bizimkiler takım gibiydi. Fenerbahçe ise ‘toplama kampı’. Ama son bir iki haftada işler değişti. Fenerbahçe takıma dönmeye başlarken, son maç hariç bizimkiler düşüşe geçti. Bence sonuç önemli değil. Kavgasız gürültüsüz olsun da, kim kazanırsa kazansın. Bu ne ilk maç, ne de sonuncusu.
‘Bu nefes nefese yarışta gençleri nasıl aslanların önüne atarım. Çok meraklısı varsa atayım. Ama geçen yıl yaşananlar ortada. Elbette ki kendi bahçemle ilgileniyorum. Orada yetişen çiçekler çok değerli. Ama onları şimdi sahaya sürmek demek, ham yiyeceği sofraya koymak demek. Hem tadını alamazsınız, hem de kopardığınızla kalırsınız. Bu çocuklar bu stresi taşımaya hazır değil. En küçük bir sıkıntıda üstlerine yüklenilir ve kaybolup giderler’ dedi ve yaşlarının henüz çok küçük olduğunu ekledi.
Ben de ona ‘Rooney de küçük’ dedim.
‘Avrupa’da kaç tane Rooney var. Her yıl kaç tane Rooney çıkıyor?’ diye sordu.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Büyüklüğün bir başarı sonucunda değil, bir duruş sonucunda ortaya çıktığını anladığımız zaman.