Futboldaki başarının, özellikle siyaseti etkilemesini ve bu sayede Türkiye'nin yıllardır
‘‘çözülemeyen’’ sorunlarının
‘‘çözülmesini’’ talep ediyordu.
İyimserlik iyiydi de, futboldaki başarının başka bir alanda da
‘‘kendi kendine’’ oluşmasını beklemenin
‘‘bilimsellikle’’ alakası yoktu. Çünkü futbolda
‘‘dünyanın en iyi 4 takımı’’ arasına girmemiz, futbolcularımıza Japonya ya da Kore semalarında ilham gelmesi ile oluşmuş bir durum değildi.
Bu başarı uzun yıllar süren bir çabanın ürünüydü.
Sepp Piontek'in teknik direktörlüğü döneminde Anadolu karış karış taranmış, yetenekler bulunmuş, ümit ve genç milli takımlarda pişirilmiş, büyük bölümü
Fatih Terim sayesinde Galatasaray'a devşirilmişti.
Sonrasında bu oyuncuların birlikteliği sürmüş, milli takımda da
Terim, Denizli ve son olarak
Güneş dönemlerinde ahenkli ve tecrübeli kadro korunmuştu. Yani
‘‘goygoy ve dolduruşla’’ elde edilmiş bir başarı değildi. Ayrıca da futbolu siyasetten ayıran çok önemli bir fark vardı:
Başarılı değilsen, yerini koruyamazsın.
Futbolda kaleci de olsan golcü de, hatta teknik direktör bile olsan,
‘‘başarısızlık’’ sürekli olarak affedilmiyor. İşte
Hakan Şükür.
Kim olursan ol, arkan ne kadar güçlü olursa olsun, eğer yapamıyorsan sahada kalamıyorsun. Teknik direktör almasa, seyirci alıyor. Türk siyasetinde ise bu kriter ne yazık ki yok. Türk siyasetinde başarısızlık, bir sahadan alınma gerekçesi değil.
Yüzlerce gol de kaçırsan, kendi kalene on gol de atsan, sahada yürüyecek halin bile olmasa, oyunun gerektirdiği dinamizme sahip olmasan da sahada kalabiliyorsun.
Tabii böyle yeteneksiz, beceriksiz, sahada yürümekten aciz oyuncularla oynayan takım veya takımların başarılı olma şansı da kalmıyor. Başarısız takım haliyle küme düşüyor.
Küme düşen siyaset olunca, ülke de onunla birlikte düşüyor.
Anlayacağınız Türk siyaseti ile Türk sporunun ilgisi yok.
Türk sporunda evrensel kurallar geçerli. Türk siyasetinde ise bırakın evrenseli, kural bile yok...
Sezer giderek olgunlaşıyor
CUMHURBAŞKANI Sezer ‘‘istemeye istemeye’’ sürdürdüğünü söylediği görevinde giderek daha
‘‘oturmuş’’ bir görüntü veriyor.
Özellikle yurtdışı gezilerde
‘‘özgüveni’’ artan bir Cumhurbaşkanı izliyoruz.
‘‘Yerel bir hukukçu’’nun
‘‘uluslararası etkin siyasetçiye’’ dönüşmesi elbette ki kolay bir süreç değil. Hele hele
Sezer gibi yabancı dil sorunu olan biri için. Ama Cumhurbaşkanı
Sezer, bütün
‘‘eksilerine’’ rağmen, benim görebildiğim kadarıyla
‘‘etkinliğini’’ artırıyor. Tutukluğunu atıyor, yüzündeki ifadeyi giderek yumuşatıyor. Başlangıçta
‘‘devlet adamlığına yakışmayacak’’ diye düşünerek geriye çektiği
‘‘insani özelliklerini’’ öne çıkarıyor.
Bunlar da ona artı puan kazandırıyor. Sevilla'da elinde bayrakla verdiği poz, her ne kadar biraz tedirginlik içerse de,
Sezer açısından önemli bir aşamaydı.
Sezer belki farkında değil ama
‘‘duygularını ortaya koydukça’’ daha bizden biri oluyor.
Açıkçası ben kendisine finali beklemeden Japonya'ya gitmesini de öneriyorum.
Sporun ülkeleri ve liderlerini yaklaştıran atmosferinden faydalanacağı gibi, halkın gözünde de büyük sempati kazanır.
Derviş, CHP'ye girer mi?
DENİZ Baykal'ın
Kemal Derviş'e yolladığı
‘‘sıcak mesaj’’ dikkatlerden kaçmadı.
Baykal, olası bir ret halinde partisini küçük düşürmeyecek, şu anki durumda
Derviş'i zora sokmayacak kadar diplomatik bir üslupla
Kemal Bey'e partisinin kapılarının açık olduğu mesajını verdi.
Derviş de,
‘‘İkinci adam olabilirim’’ diyerek, katılacağı bir partide liderlik peşinde olmayacağını zaten daha önce açıklamıştı.
Şimdilik ortam olumlu.
Peki
Derviş CHP'ye girer mi?
Geçtiğimiz günlerde bir TÜSİAD Yönetim Kurulu üyesi ile sohbet ederken, bu konu gündeme geldi.
TÜSİAD Yönetim Kurulu üyesi işadamı
‘‘Deniz Bey Kemal Derviş'i bir sabah kahvaltısında yer’’ diyerek, CHP'nin
Derviş açısından sakıncalı olabileceğini belirtti.
Sonra düşündü ve ekledi:
‘‘Gerçi Kemal Bey de öyle kolay kolay yenmiyor. Yumuşak üslubuyla yenilen değil, yiyen oldu hep.’’
Ben de
Derviş'i sabah kahvaltısında çatala bir türlü gelmeyen ve insanı deli eden zeytine benzetince bayağı gülüştük. Fakat
Derviş'in çevresinde
Baykal için benzer düşünceler taşıyanlar olduğunu ve
Derviş'in
‘‘çok yakın durduğu’’ CHP'ye bu nedenle biraz mesafeli yaklaştığını düşünüyorum. Aslında
Derviş'in işi zor.
İş dünyasının
Derviş'e uygun gördüğü barınak ANAP,
Derviş'in kendine yakın bulduğu ve uluslararası çevrelerin de
Derviş için düşündüğü ortam CHP,
Derviş'in sadakat ve ahlaki açından düşündüğü yer ise DSP. Sonuçta
Derviş'in tercihi seçimlerde belirleyici olacak.
CHP'nin önemli bir eksiğini kapatıp 1. parti bile yapabilir. ANAP'a kaybolan güveni tazeleyebilir.
İsmail Cem'le birlikte DSP'yi ipten alabilir.
Son yıllarda, hiçbir siyasetçi bu kadar belirleyici olmamıştı diyebiliriz.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
En Avrupa Birliği savunucuları bile Avrupa'yı futbola kurban etmediği zaman.