ÖNÜMDE ‘akla ziyan’ bir haber duruyor. Hemen her konuda ‘bilirkişi’ olmaya soyunan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ucundan da olsa dine dokunan konularda ha babam ‘ahkam kesmesine’ alışmak üzereydik.
Ama onlar Türkiye’deki her kurum gibi işin cılkını çıkarma yolunu gidince, bu yazı farz oldu. Gelin önümde duran haberi size aktarayım:
‘Diyanet İşleri Başkanlığı, bilgisayar oyunlarını, çoğunun şiddet içerikli olması nedeniyle çocuklara zararlı buldu ve ailelere ‘Bu tarz oyunları çocuklarınızdan uzak tutun’ uyarısında bulundu.’
Haber böyle başlıyor ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uzun uyarılarıyla devam ediyor.
‘Yuhh’ dedim kendi kendime.
Sanırsın ki, Diyanet İşleri Başkanlığı değil, ‘Türkiye Pedagoji Kurumu’ ya da ‘Çocuk ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’.
Yahu bu işin dinle, diyanetle ne alakası var. Ayrıca bu konudaki ahkamı kesen kim?
İmam mı, mevlithan mı? Kim?
Bu işler de artık Diyanet İşleri Başkanlığı’na mı kaldı?
Yarın da IMF’yle masaya Diyanet İşleri Başkanı’nı oturtmayı mı düşünüyoruz.
Kafanıza 82 kiloluk taş düşsün e mi!
DEĞERLİ yazarlarımızdan Mehmet Barlas dün Sabah’taki köşesinde altına imza atmaktan zerre çekinmeyeceğim bir yazı kaleme almış.
Farklı seslere gösterilen tepkilerin, ülkenin gelişmesi önünde engel olduğunu söylüyor.
Ve biraz da ucunu bana dokundurarak, ‘Zaten o Sabetaycıdır, zaten o Nobel almak istiyor, zaten o zengin çocuğudur’ diyerek herkesin kendi gibi düşünmeyenleri bir şekilde ‘karaladığını’ ima ediyor.
Yüzde yüz elli haklı.
Ben de Barlas gibi en aykırı düşüncelerin bile dile getirilmesi ve konuşulmasından yanayım.
Ama bunun iyi niyetle, aydın tavrıyla yapılması şartıyla.
Aslında bu tartışmaların kaynağı benim Orhan Pamuk hakkındaki yazım.
Ben Pamuk’u eleştirdim. Çünkü Pamuk bir aydın tavrı sergilemedi.
Pamuk, tam da Barlas’ın eleştirdiğini yaptı. Türklerden söz ederken, ‘Zaten onlar 1 milyon Ermeni’yi, 30 bin Kürt’ü öldürdüler’ dedi.
Benim tepemi attıran da bu.
‘Türkiye tarihi ve geçmişiyle barışmalı. Türk Kürt 30 bin cana mal olan yakın geçmişteki olaylar da, Ermeni soykırımı olarak bilenen mesele de bütün boyutlarıyla ele alınmalı. Gerçek neyse, onunla yüzleşmekten kaçmamalıyız’ deseydi ‘aydın’ olurdu.
Ama o hakaret etti. Konuştuğu gazeteciye bile sanki Türkler aşağılık yaratıklarmış gibi, ‘Bak sen de bir Türk gazeteci gibi konuşuyorsun’ dedi.
Yetmedi. ‘Kimse söylemedi bari ben söyleyeyim’ diyerek 1 milyon 30 bin ölüden bahsetti.
Gerçek bir aydın, eğer 1 milyon 30 bin ölüden eminse bundan ‘bari’ diye bahsetmez. ‘Kimse bahsetmese de ben bahsetmeye mecburum’ diye bahseder.
Ama bu ülke ilginç.
Bazılarının ‘Bu filme gitmeyin’ deme hakkı var, benim ‘Böyle demek doğru değil’ deme hakkım yok.
Pamuk’un Türkleri ‘aşağılama’ hakkı var. Benim ‘Sen bizi aşağılayamazsın’ deme hakkım yok.
Ve bunu yapanların savunduğu şey ‘düşünce özgürlüğü’.
Türkiye’de düşünce özgürlüğünü savunanlar bile sadece kendi gibi düşünenlerin düşünce özgürlüğünü savunuyorlar.
Ne zavallı bir durum...
İngiliz basını gibiyiz
HÜRRİYET ’in okur temsilcisi sevgili dostum Doğan Satmış’ın bu hafta derlediği ‘Okur şikayetleri’ ilginçti. ‘Ful çekmek’ manşetine takan okurlar, Türkçe’nin kaybolduğuna dikkat çekmişler. Ben de bu köşede yıllardır bunun mücadelesini veriyorum.
Türk basını ne yazık ki giderek Türkçe’yi bir kenara bırakıyor. İçimiz dışımız İngilizce. Biraz daha ‘züppeleştiğimiz’ zaman üzerine az Fransızca.
‘Life style’ köşeler, İngilizce isimli ekler ve daha bin türlü ‘acayiplik’. Bunların yanlışlığını yıllarca köşemde dile getirdim. Ama artık pes ettim.
Neden mi?
Çünkü Hürriyet Gazetesi ‘Hürriyet Medya Towers’ta hazırlanıyor. Oradan ‘Doğan Printing Center’a gidip basılıyor. Ben televizyon programlarımı ‘Doğan TV Center’da hazırlıyorum.
Böyle bir ortamda gazeteyi Türkçeleştirmek zor. En iyisi okurların İngilizce’yi ilerletmesi olacak.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Rakip gördüklerimize göre değil, doğrulara göre pozisyon aldığımız zaman.