Paylaş
Vizyondaki Türk filmlerine şöyle bir baktım ve bir deney yapmaya karar verdim. Hatırlar mısınız, bir ay boyunca sadece hamburger yiyen bir adamın sağlığı ne kadar bozulur diye test eden “Super Size Me” adlı bir belgesel vardı. İşte ben de benzerini Türk filmleri üzerinden yapacaktım. Bu deneyin bilimsel bir değeri olmasa da tutarlı bir metodolojisi olmalıydı: 24 saat boyunca kuvvetle muhtemel çok kötü olan filmleri arka arkaya izleyecek, bu yüklemenin sağlığımda ne gibi değişikler yapacağını not edecektim.
Deney için çeşitli arkadaşlarımdan ve aile üyelerinden yardım istedim. Önce bir kardiyolog olan annemden bana holter bağlamasını rica ettim. Holter 24 saat boyunca kişinin kalp ritmini ve tansiyonu ölçüp kaydeden akıllı bir alet. Annem 30 yıllık tıp bilgisini ve camiadaki prestijini benim saçmalıklarım uğruna heba edemeyeceğini açık bir dille anlattı. Yaptığı tek yardım dijital tansiyon aletini ödünç vermek oldu. Fakat gazetedeki iyi kalpli meslektaşlarım bana sonsuz destek verdi. Şefim Emre İskeçeli’nin göz yaşartan olağanüstü çabası sayesinde Recep İvedik 3’ün galasına son anda gidebildim, Şermin Terzi’nin yerinde müdahalesiyle Zombilerin Düğünü filmini deneyime dahil edebildim ve Kutsal Damacana’yla ilgili gözümden kaçabilecek bazı detaylara Kanat Atkaya’nın uyarılarıyla vakıf olabildim, filmin ruhunu yakalayabildim. Bir de gazeteciden dost olmaz derler... Ne büyük yalan!
RECEP İVEDİK-3 /GALA:
“Söz konusu mizahsa siyaseten doğruluk kalıpları tedavülden kalkabilir, espri zekice yapılmışsa en kabasına da tamam denir” şiarıyla başladım Recep İvedik’in üçüncüsüne. Niyetim iyi yani... Belki de o yüzden Recep ağzından çikolatalı puding fışkırttığında da, keçisine Behlül adını verdiğinde de kalbimin ritmine hakim olabildim. Ne de olsa ilkokul birinci sınıftayken bu şakaların tillahını yapmıştık, alışıktım. Evet filmde neredeyse hiç gülmedim ama bu demek değil ki film etkileyici değildir! Özellikle gülemeyenler için son derece etkileyici. Yanınızda yörenizde Recep İvedik’in ayağıyla okey taşını tuttuğu sahneye çok gülen kişiler görünce içinizi önce bir yalnızlık hissi kaplıyor. Herkesin sarhoş olduğu bir rakı masasında son derece ayık kalmanın yalnızlığına benziyor bu. Sonra da filmin ana teması, yani Recep’in pis bir adam oluşu bir koku suretinde salona sirayet ediyor. Resmen burnuma kötü ve karmaşık kokular gelmeye başlamıştı. İşte sağlığım bozuluyordu! Ama eğri oturup doğru konuşalım; siz hangi Fellini filminde gaipten bir koku duydunuz? Bu film etkileyici değil de nedir?
ZOMBİLERİN DÜĞÜNÜ /11.00:
Ertesi sabah uzun uzun keselendikten sonra İvedik kokusunu üstümden attım ve Zombilerin Düğünü adlı filme gittim. Konusu şu: Genç bir çiftin Büyükada’daki düğününü zombiler basıyor, çiftin arkadaşları zombilerden kurtulmaya çalışırken kötü espriler yapmaya ve Fener maçının skorunu merak etmeye devam ediyor. El kamerasının Blair Witch ya da bir Gaspar Noe filmindeki gibi aşırı hareketli kullanılması değildi başımı döndüren... Filmdeki müsamere ortamıydı. Böyle bir filmi eğlenmek için bir akşam toplanıp çekin ve mümkünse aranızda izleyip dünyanın geri kalanıyla paylaşmayın! Çünkü insanlara zarar veriyorsunuz, bana verdiniz. Filmin son 20 dakikasına eremeden kendimi dışarıya attım. Ellerimin içi terliyor, kalbimin üstüne yerleşen adi bir martı sürekli kanat çırpıyordu. Büyük tansiyonum 12’yi, nabzım 124’ü gösteriyordu. Annemi arayıp ölmek üzere olduğumu anlattım. O ise bu durumun kalple ilgili olmadığını, bir daha onu değil iyi bir psikiyatristi, örneğin Yankı Yazgan’ı aramam gerektiğini söyleyip kapattı.
KUTSAL DAMACANA-2 /13.15:
Filmin ortalarındayım. Dev bir köpek kostümü giymiş bir kurt adam ve Şafak Sezer’le başbaşayım. Sezer’den Jül Sezar’daki Mark Anthony tiradını en mükemmel şekilde oynamasını beklemiyordum ama bu kadar da olmaz ki... Bu nedir böyle? Hayır yani nedir bu! Sinemada yüksek sesle söylenmeye başlamış, iyiden iyiye agresifleşmiştim. “Ayıptır, 80’lerin sonunda Bulgaristan devlet başkanı Jivkov bile Türk insanına böyle zulüm etmemiştir! Şafak Sezer yasaklansınnn!” diye slogan atmaya vardırınca işi, Cevahir Sineması’nın görevlileri beni dışarı davet etti. Onları öpüyorum, belki de bir hayat kurtardılar.
ROMANTİK KOMEDİ /16.30:
Bir önceki matinede La Paix’den kaçmış biri gibi olay çıkarınca Romantik Komedi’yi izlemek için sinema değiştirmek zorunda kaldım, takdir edersiniz ki. Açıkça söylemek gerekirse maratonumun son durağı olan bu film bana ağrı kesici gibi geldi. Migrenimin hafiflemesiyle içimi de yoğun bir nedamet duygusu kapladı. Romantik komedi janrının yıldız kadrosu olan Jennifer Aniston’a, Hugh Grant’e, Matthew McConaughey’e, Drew Barrymore’a ve Sarah Jessica Parker’a yıllar yılı haksızlık ettiğimi fark ettim. Çünkü onların rol aldığı Amerikan romantik komedilerinin bir özeti gibi duran bu film beni biraz olsun hayata döndürmüştü. Hizmetlerinden dolayı teşekkür ederim.
DENEYİN SONUCU:
Ben yaptım siz yapmayın. Üst üste kötü Türk filmlerine gitmeyin, kötü oyunculuğa, uyduruk kostümlere, konusuz konulara maruz kalmayın. “Olsun ya, böyle filmler de çekilsin, sektör canlı kalsın, büyüsün” diyenlere kulak asmayın. Seviyesizliğin hiçbir sektöre faydası dokunmadığını hatırlayın, örgütlenin. Siz örgütlenedurun, ben biraz karanlıkta yatacağım. Karnım ağrıyor zaten, bağırsaklar da mı gitti ne?!
Paylaş