GRANT, REEVES VE PITT’İN SİNEMAYI BIRAKTIK AÇIKLAMALARINA... Bir kere Hugh Grant “Artık paparazzilerden ve Hollywood’dan ari, sakin bir hayat yaşamak istiyorum” kartını yıllar önce de kullanmıştı. Sonra yine uyduruk romantik komedilerde aynı sakar ve kekeme İngiliz rolünde karşımızda belirdi. Dolayısıyla inandırıcı değil. Brad Pitt, ihtimaldir ki, “Hanım çalışsın, ben çocuklara bakayım, bir yandan da politikaya girerim” ruh halinde. Bir seneye kalmaz, bunalır, kendini bir sete atar. Keanu Reeves ise bir anda aslında hiç rol yapamadığını fark etmiş olabilir. Yani bir terslik olmazsa o, gerçekten bu işi bırakabilir. Çok da iyi olur. Yine de işgüzar ve paragöz prodüktörün biri çıkıp bu hayırlı olaya engel olacak diye endişe ediyorum.
MONA LISA’YA ÇAY FİNCANI ATILDIĞINA... Dünyanın en değerli tablosuna, dünyanın en iyi korunan müzesinde fincan fırlatmak ne demek? Oha değil, Ohannesburg! Yahu Luvr’a girerken her bir şeyimizi kapıda bırakıyoruz. Fincanı nereden buldun? Mona Lisa’nın önünde her zaman bölük bölük Japon turistler ve 4-5 tane güvenlik görevlisi oluyor. Yakınına nasıl gelebildin? Anladığım kadarıyla güvenlikçilerin üstüne uçarak etkisiz hale getirdiği Rus ziyaretçi “Fincan Fırlatma Operasyonuna” baş koymuş. Eşyaları zorunlu olarak girişteki vestiyere bıraktıktan sonra gidip müze dükkanından bir hatıra fincanı satın almış, sonra da uzak bir yerden nişan almış. Nezaretten çıkınca marifetini oligark abilerine anlatır artık. Ziyaretçi değil, ayıcık! Neyse ki bardak tabloyu çevreleyen kurşun geçirmez cama çarpıp parçalanmış, yani Mona sağlam.
YALE’İN İSLAM ALEMİNDEN BU KADAR ÇEKİNDİĞİNE... Üniversitenin yayınevi “Dünyayı Sallayan Karikatürler” başlıklı bir kitap çıkaracak Kasım ayında. Bir Danimarka gazetesinde yayınlandıktan sonra Müslümanlar arasında infiale ve 200 kişinin ölümüyle sonuçlanan şiddetli olaylara sebep olan 12 adet Hz. Muhammed karikatürünü koymama kararı almışlar. Bunu anlarım, şakaya gelecek, kahramanlık yapılacak bir durum yok. Fakat editörler o kadar endişelilermiş ki Dante’nin Inferno’sunda yer alan, Gustave Dore imzalı Hz. Muhammed eskizini de kitaba dahil etmeyeceklermiş. Bu kadar da değil artık. O eskiz yüzlerce kez basıldı, internette bile var. Madem bu kadar çekiniyorsun, niye dünyayı sallayan karikatürler başlıklı iddialı bir kitap çıkarıyorsun. Siyaseten doğruculuk bile diyemeyeceğim buna.
MOZART’IN BADEMCİK AMELİYATINDAN ÖLDÜĞÜNE... 1791’de Sihirli Flüt’ün Prag’daki galasından Avusturya’ya dönmüş, iki gün sonra da ölmüştü. 35 yaşında. Kayıtlara “zehirlenme” olarak geçen olayın peşini bırakmamış günümüz doktorları. O dönemde Viyana ve çevresindeki ölüm kayıtlarını filan da inceleyerek bir araştırma yayınladılar Amerikan iç hastalıkları dergisi “Annals of Internal Medicine”ın Ağustos sayısında. Doktorların vardığı sonuç şu: Requiem’i yazmakta olan genç Mozart’ı çok büyük ihtimalle o sırada salgın olan streptokok mikrobu götürdü. Bu nedir? Bademcik iltitabı. Ne kadar yazık...O anda şöyle esaslı bir penisilin el altında olsaydı tarih başka türlü tecelli edebilirdi yani, öyle mi?
Bu koleksiyonerlere bayılıyorum
Canan Pak ve Barbaros Çağa... Düşük profil kalmayı tercih ettikleri, gösteriş olsun diye değil de gerçekten sanata destek vermek için eser satın aldıkları için isimlerini duymamış olabilirsiniz. Ama onlar Türk çağdaş sanatı için çok önemliler. Sessiz sessiz destek oldukları sergi ve genç sanatçıların isimlerini saymakla bitmez. Bir örnek: Dolapdere’nin arka sokaklarında kar amacı gütmeyen bir sanatçı platformu olan PİST onların sayesinde ayakta kalıyor. PİST’in sahipleri Didem Özbek ve Osman Bozkurt’un Frieze sanat fuarında çok ses getiren şeker küpleri işine Canan Pak destek olmuştu. İtalyan sanatçılarla birlikte eylülde açacakları Transits 2 sergisine de Barbaros Çağa. Ne diyeyim, sanat hamisi böyle olunuyor işte.