PaylaÅŸ
Hikayeyi bilirsiniz.
Sultan çok büyük bir cinayetten dolayı karşısına çıkan suçluya ‘kırk katır mı istersin yoksa kırk satır mı’ diye sormuş.
Cani kırk satırla idam edileceğini düşünüp ‘kırk katır’ demiş.
Vücudunun her bir parçası bir katıra bağlanan adam, ayrı yönlere doğru kırbaçlanan katırların koşuşturmasıyla paramparça olmuş.
Her ne kadar suçumuzun ne olduğunu tam olarak bilmesek de benzer bir ‘ölümlerden ölüm beğen’ durumuyla hem siyaset hem de ekonomide karşı karşıyayız.
Siyasetin paradoksunu biliyorsunuz.
Bir yanda AKP ve DTP aleyhine açılmış hukuki bir dava var, diğer yanda halkın yarısından fazlasının oyunu almış iki partinin siyaset dışına itilebileceği, demokrasi teamüllerini fazlasıyla zorlayan kapatma ihtimali.
‘Başsavcı görevini yaptı dava açtı’ deseniz, hukuk için demokrasiyi feda etmiş olacaksınız, ‘siyasete yargı yoluyla bile olsa dışardan müdahale etmek demokrasiye aykırı’ deseniz, hukukun üstünlüğünü yok saymış olacaksınız.
Dahası siz ‘yok mu bunun daha makul optimal bir çözüm noktası?’ diye düşünürken, demokrasi ya da hukuk fetişistleri tarafından taraf olmaya zorlanacaksınız.
Ä°ÅŸin kötüsü biz daha siyasi paradoksumuzla ne yapacağımızı bilemezken benzer bir paradoks ekonomide de baÅŸ göstermeye baÅŸladı.Â
En son The Wall Street Journal’dan Christopher Emsden, ‘Yükselen Maliyetler Riskleri Arttırıyor’ baÅŸlıklı makalesinde Türkiye için ‘stagflasyon’ uyarısı yaptı.Â
Aslında küresel finans krizinden sonra stagflasyon tehlikesi başta Amerika olmak üzere tüm ülkeler için geçerli. Fakat Emsden ciddi cari açık sorunu bulunan Türkiye ve Romanya’yı ayrı bir kategoriye koymuş.
Enflasyon yükselirken büyümenin yavaşladığına dikkat çeken makalesinde Türkiye ve Romanya gibi ekonomilerde sahnenin ‘stagflasyonist senaryo’ için hazır hale geldiğini belirtmiş.
Bir anlamda Türkiye’nin ekonomide de ‘ölümlerden ölüm beğen’ paradoksu ile karşı karşıya olduğunu ilan etmiş.
Bildiğiniz gibi 1970’lerden bu yana ekonomi literatüründe sıkça atıf yapılan stagflasyon, ekonomik durgunluk ile enflasyonun aynı anda yaşandığı paradoksal durumu anlatmak için kullanılıyor. İngilizce stagnant (durgun) kelimesi ile inflation (genel fiyat seviyesindeki artış) kelimesinin birleşmesinden türetilmiş.
Normalde enflasyon ve işsizlik oranı arasında ters orantı mevcuttur.
Biri düşerken, diğeri yükselir. Stagflasyon ortamında ise her ikisi de yükselir.
Bir ekonomi hem durgunluğa girip hem de enflasyonu dizginleyemiyorsa orada ‘çanlar kimin için çalıyor?’ sorusu anlamını yitirir. Çünkü ekonomi çift taraflı ateş altındadır ve felaket hepimizin kapısını çalmaktadır.
Bu yüzden siyasi ve ekonomik aktörler enflasyonla mücadele ederken işsizliği kötüleştirmeme ya da işsizlikle mücadele ederken enflasyonu kötüleştirmeme arasında ciddi bir ikilemle karşı karşıya kalır.
Bir yandan işsizliği gidermek için genişletici maliye politikası tedbirleri uygulanması, diğer yandan fiyat artışlarını engellemek için daraltıcı bir politikanın uygulanması gerekir.
İşin kötüsü biri ya da öteki hangisi seçilirse seçilsin, bir amacın gerçekleştirilmesi sırasında diğer amaçtan uzaklaşmak kaçınılmaz olur.
Bu sebeple aklı başında izlenilecek yol, kolaya kaçıp makro anlamda birini ya da ötekini seçmek değil, bu iki amacın optimal bir bileşimini mikro analizlerle gerçekleştirmeye çalışmaktır.
Çünkü karşımızda makro anlamda paradoksal bir durum var.
Tıpkı siyasetteki gibi.
Normalde birbirini tamamlaması gereken hukuk ve demokrasi bugün Türk siyasetinde bir birinin yok edicisi konumunda.
Makro anlamda hangisini seçerseniz seçin diğeri zarar görecek.
Oysa ekonomide benzer bir paradoksu çözmek için normalde asla bir araya gelmeyecek Keynesyen ve Monetarsit iktisatçılar en azından çözüm noktasında ortak hareket ediyor.
Onlara göre stagflasyon paradoksunu çözmenin yolu ekonominin mikro yapısını daha iyi anlamaktan geçiyor.
Türk ekonomisinin mikro yapısını anlamadan sadece yüksek cari açığa bakarak stagflasyon tellallığı yapan Emsden, Türk siyasetinin mikro yapısını anlamadan hepimizi demokrasi ile hukuk arasında tercih yapmaya zorlayanlardan çok da farklı hareket etmiyor aslında.
 Siyasetin mikro yapısı parti kapatmaya karşı çıkarak demokratlık taslamaktan değil, siyasi partiler yasasının delege sisteminden bağışlara, hazine yardımından %10 barajına baştan aşağı değişmesinden geçiyor.
Tıpkı enflasyonla mücadelenin ‘yüksek faiz-düşük kur’ kolaycılığından değil, mikro ölçekli ikinci nesil reformlardan geçmesi gibi.
Türkiye’de makro siyasette de makro ekonomi de çok ciddi bir paradoksla karşı karşıya.
Ya ‘kırk katırla kırk satır’ arasında makro bir tercihe zorlanacağız, ya da mikro araçlarla makro ekonomi politikalarımızı yeniden belirleyeceğiz.
Dileyen ‘ölümlerden ölüm beğensin’ benim tercihim mikro.
Yani yaÅŸamak...
PaylaÅŸ