PaylaÅŸ
Bir, binlerce Türk gibi milli takımımızı desteklemek; iki, her ne kadar rakibimiz de olsa bu yılın favorisi olarak gördüğüm Portekiz'i özellikle de Ronaldo, Pepe ve Nani'yi stattan izlemek için.
Ülker Grubu'nun davetlisi olarak bir grup gazeteci ile Cenevre'de izlediğimiz Türkiye-Portekiz maçı öncesi minik bir bahis yaptık.
Çoğunluk beraberlik ya da Türkiye'nin galibiyetine oynadı.
Ben her zamanki gibi duygularım ve aklım arasında şizofren bir bölünme yaşadım. Aklım Portekiz, gönlüm Türkiye diyordu.
Sonunda aklım gönlüme galebe çaldı.
Elime tutuşturulan minik kâğıda "Portekiz 2-Türkiye 1" yazdım.
Türkiye maçı 2-0 kaybettiği için hem moralim bozuldu hem de bahiste havamı aldım.
Fakat tüm bu kayıplara rağmen ben şahsen İsviçre'den Türkiye'ye kaybetmiş duygusuyla dönmedim.
Tamam Portekiz karşısında Türkiye kötü bir futbolla kaybetti ama henüz her şey bitmedi.
Sonuçta bu bir turnuva ve sırada İsviçre ve Çek Cumhuriyeti gibi her türlü bahiste aklımla da gönlümle de Türkiye lehine oynayabileceğim iki takım var.
Portekiz'e yenilmek değil yenmek sürpriz olurdu.
İsviçre ve Çekler karşısında ise şartlar eşit. Yeter ki Fatih Hoca ilk maçtaki yanlışlardan ders alıp, daha iyi bir takım oyunu kurabilsin.
Ben inanıyorum kuracak.
Kötü oyun ve kötü yenilgi milli takımımızı İsviçre karşısında kamçılayacak.
Tam da bu noktada ikinci bir kazançtan bahsetmem gerekiyor.
Türkiye-Portekiz maçında en çok hoşuma giden şey Cenevre'yi dolduran on binlerce Türk ve Portekizlinin en taşkın sevinçlerini bile gayet medeni bir biçimde yaşama becerisi.
Statta iki kale arkası Türkiye ve Portekizli seyircilere ayrılmıştı. Stadın sağı ve solunu ise Türkler ve Portekizliler yan yana doldurmuştu.
Anlayacağınız maçı Portekizlilerle yan yana izledik. Tezahüratı bol maçta en küçük bir taşkınlık yaşanmadı.
Sağımda Mehmet Altan solumda Cengiz Çandar, biz çöktük onlar sevinçten deliye döndü. Skor değil en çok da milli takımın performansı canımızı yaktı.
Çandar, maçtan önce heyecanla yanına aldığı Türk bayrağını maçtan sonra Cenevre sokaklarında dalgalandıramadığı için üzüldü.
Altan, gurbetçi Türklerin kendisine gösterdiği sevgi gösterisine rağmen kendisini toparlayamadı.
Bir ay boyunca maçları izlemek için siyaset yazılarına mola veren Hasan Cemal ise sevgili eşi Ayşe'nin moral desteğine rağmen ancak ertesi gün kendisine gelebildi.
Bu arada Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk geçen hafta Alman Der Spiegel dergisine futbol üzerine epey uzun ve keyifli bir söyleşi verdi.
Türkiye'de daha çok Fatih Terim'den "ultra-milliyetçi" olarak söz etmesi ve "Türkiye'de bugün futbol, milliyetçiliğe hizmet ediyor ama millete değil" sözleri polemik konusu edildi.
Oysa Pamuk o söyleşide çocukluğunda babasıyla izlemeye gittiği Fenerbahçe maçlarında nasıl şiirsel bir coşku yaşadığından, milli takımın yenilgilerinin onda yarattığı tahribata kadar çok samimi itiraflarda bulunmuş.
Allah'tan "sıkı Fenerli ve Pamukçu" Cengiz Çandar söyleşinin tam metnini internetten indirdi de Pamuk'un ne söylediğini daha iyi anladık.
Pamuk o keyifli söyleşide bir yandan bir romancı olarak futbolla kişisel serüvenini anlatıyor diğer yandan bir dizi bence derinlikli tartışılması gereken kişisel gözlemlerini aktarıyor.
Mesela tartışılması gereken şu satırlar o uzun söyleşiden:
"Portekiz diktatörü Salazar, ülkesini futbol yardımıyla da yönetmişti. Futbol ona göre halkın afyonuydu. Bizde de böyle olsa sevinirdim. Ama burada futbol afyon değil, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve otoriter düşünce üreten bir makine gibi. Ayrıca galibiyetlerin değil, yenilgilerin milliyetçiliği körüklediğini düşünüyorum. Milliyetçilik, deprem ya da kaybedilen savaşlar gibi felaketlerden doğuyor. İngilizlere karşı 8-0'lık yenilgi de böyle bir felaketti. Türkiye'de bugün futbol milliyetçiliğe hizmet ediyor ama millete değil."
Sizi bilmem ama ben Pamuk'un bu sözlerine birçok açıdan katılmıyorum.
İşin ilginci biz otobüste Çandar, Altan ve Cemal'le Pamuk'un bu sözlerini tartışırken Ülker Grubu Kurumsal İletişim Müdürü Zuhal Şeker bizlere Türkiye'de ve dünyada futbol endüstrisinin geldiği yeri anlatan çarpıcı rakamlarla dolu çok önemli bir sunum yapıyordu.
Euro 2008'in yarattığı katma değer yaklaşık 2 milyar dolar olarak hesaplanıyor.
Dünya Kupası'nda bu rakam 10 milyar doları aşmıştı.
Türkiye'de Ülker'le birlikte 8 ana sponsor, 8 de tedarikçi sponsor milyonlarca doları milli takımımızın mücadelesini bir yandan ekonomik başarıya diğer yandan sportif şölene dönüştürmek için uğraşıyor.
Sermayenin böylesine girift bir ilişki kurduğu futbol endüstrisinden "yabancı düşmanlığı ve otoriter düşünce üreten bir makine" şeklinde söz etmek futbolun bugün hem Türkiye'de hem de dünyada geldiği yeri anlamamaktır.
Milliyetçilik meselesine gelince..
Bugün herhalde klasik anlamda etnik-dini ve milli sınırları altüst eden en çarpıcı örnekler çokuluslu şirketlerden sonra futbol dünyasında.
Fransız milli takımının klasik milliyetçilik tanımı içerisinde ne kadar milli olduğu tartışması daha geçenlerde yapıldı.
Ama ne oldu?
Fransa, milli takımının renkliliği sayesinde kendi dar milliyetçilik anlayışını gözden geçirmek zorunda kaldı.
Fransız halkı tüm farklılıklarıyla takımını bağrına bastı.
Keşke Pamuk, futbolla ilgili kafasında bir şekilde oluşmuş önyargıları dile getirmeden önce İsviçre'ye gelip Türkiye-Portekiz maçını izleseydi.
Türkçe konuşmayı bile bilmeyen Kazım ve Aurellio'nun takımın en iyi ikilisi olarak "yabancı düşmanlığı mı yoksa yabancı sempatisi mi" yarattığını kendi gözleriyle görürdü.
Çünkü takımının performansından rahatsız olan kızgın Türk taraftarından en büyük alkışı onlar aldı. En büyük tepkiyi ise korkak ve savruk oyunlarıyla Tuncay ve Hakan Balta. Â
Ayrıca Pamuk'un milliyetçilik eleştirisine en güzel cevap sohbetimiz sırasında kendisini "Ben futbol milliyetçisiyim" diye tanımlayan Hasan Cemal'den geldi.
Çünkü futbol üzerinden üretilen aidiyete dayalı milliyetçilik, her türlü fanatik milliyetçiliğin kürü.
Futbol epeydir bir endüstri.
Her endüstri gibi ana omurgası rekabet.
Rekabetin olduğu yerde yenilgi Orhan Pamuk'un korktuğu anlamda milliyetçiliğe değil, daha iyi olmak için mücadeleye teşvik eder.
Orhan Pamuk endiÅŸe etmesin.
Gelsin Portekiz'e yenilen Türk milli takımının, İsviçre karşısında daha önceki taşkınlığından da ders alarak nasıl bir milli ruhla mücadele edeceğini futbol endüstrisinin mabedi stadyumda iki takımın seyircisi arasında kendi gözleriyle görsün.
"Türkiye yenilince dayanamıyorum" demiş.
Bir futbol milliyetçisi olarak Hasan Cemal, Orhan Pamuk'un "Terim'e rağmen desteklediği" milli takım "yenecek" diyor, dayansın!
PaylaÅŸ