Paylaş
İstanbul Olimpiyat Stadı’ndan izlenimlerimi yarın aktarırım.
Bugün sizlerle geçen yıl Londra’da izlediğim konserden sonra yazdığım ‘U2’dan Rumi Ayıbı!’ başlıklı yazıyı paylaşmak istedim.
Bakalım aynı hatayı İstanbul’da da tekrarlayacak mı?
* * *
Jose 11 yaşında. Tek kelime İngilizce konuşamıyor.
Fakat stadı dolduran 88 bin kişiyle birlikte U2’ya bütün şarkılarda eşlik ediyor.
Meğer tam bir U2 hayranı olan babasıyla konser için Madrid’den Londra’ya gelmiş.
Neredeyse beşikten itibaren grubun şarkılarıyla büyümüş.
Dikkatimi ilk Magnificent şarkısını söylerken çekti.
Yaralı bir âşık gibiydi...
I was born/I was born to be with you... (Doğdum/Seninle olmak için doğdum)
* * *
Aslında önceki hafta Ertuğrul Özkök’le U2’nun Zagreb konserine gidecektim.
Fakat aylar öncesinden arkadaşlarla U2 Londra konseri için yer ayırttığım için Zagreb’e gidemedim, karşılığında Özkök’e Londra konserinden canlı yayın sözü verdim.
Bir konserden çok daha fazlası vardı o gece Wembley Stadı’nda.
Özkök’e göre ‘yeni dünya düzeni’, belki de dünya sahnesinde 360 derece dönen ‘küresel bir tarikatın’ doğuşu...
* * *
Bono ve arkadaşları kendileriyle dalga geçen muzip-hırçın ve taşkın birer çocuk.
Fakat aynı zamanda insanları yaşamın adaletsizliği, açlık-hastalık-sefalet ve her türlü savaşa karşı ‘bir’ olmaya davet eden güçlü bir çığlık onlar.
‘Walk on’ şarkısıyla ekrana yansıyan Burmalı muhalif kadın lider..
Desmond Tutu’yla herkesi derinden etkileyen insanlık mesajı..
Her ay bir ülkede yüz binleri bir araya getiren 360 Dereceli Stadyum Aktivizmi..
Guardian’dan Dorian Lynskey haklı olarak “Global anlamda hiçbir rock grubu politik aktivizmle müziği U2 kadar başarılı bir araya getiremedi” diyor.
Peki ama neden, daha doğrusu nasıl?
Tek kelimeyle cevabım ‘arayış...’
Giriş ve çıkışın serbest olduğu, tek biletlik kolektif deneyim.
Hem fiziksel hem de fizikötesi...
* * *
1976’da Dublin’de liseli amatör bir grup olarak kurulan U2 ilk dönemlerinde kilise müziğinin epey etkisinde kalmış.
Öyle ki 1980’lerin başında Bono, The Edge ve Mullen, inançla rock and roll arasındaki bağlantıyı sorgulamak için Dublin’de ‘Shalom Fellowship’ adlı bir Hıristiyan gruba katılmış, hatta October diye bir albüm yapmışlar.
İnançla-inançsızlık arasında hep arayışta olmuşlar.
Ve nihayet 1983’te çıkan War albümü özellikle de Sunday Bloody Sunday şarkısı...
İngiliz askerlerinin kanlı bir biçimde bastırdığı İrlandalı protestocuların anısına yazılan şarkı, hem keskin inançları hem kitlelerin duyarsızlığını hem de otoriteyi sorgular.
Öylesine çapıcıdır ki sözleri U2’ya kutsal şöhretin yollarını açar.
Otoriteye kafa tutan bütün muhaliflerin marşı olur.
* * *
Konsere giderken en çok, ‘Kanlı Pazar’a İngilizlerin tepkisini merak ediyordum.
Dublin ve Zagreb’de dinleyiciler özellikle bu şarkıyla kendinden geçmiş.
Doğrusu aynı coşku Wembley’de yoktu.
Fakat benim için esas şok, şarkıya ekrandan eşlik eden görüntüler oldu.
Bono, Kanlı Pazar’ı söylerken ekrana İran devriminden görüntüler yansıdı.
Daha vahimi görüntülerin üzerine Farsça yazılar düşmeye başladı.
Bono’nun daha evrensel bir mesajı varken, bu şarkıyı, tek başına İran’a indirgemesi tipik kolaycı Avrupalı refleksi.
Hadi onu anladık!
Peki, Mevlana’nın şiirini, ‘şiddet ve şahadet’ andı içen öfkeli kalabalıklarla birleştirmesine ne diyeceğiz?
* * *
Bono Farsça bilmek zorunda değil, ben de bilmiyorum ama...
Tıpkı Kanlı Pazar’ın giriş cümleleri gibi “gözlerime inanamadım/o görüntüleri yok etmek için/gözlerimi kapayamadım...”
Gecenin büyüsüne rağmen Kanlı Pazar şarkısında Bono ile ‘bir’ olamadım!
Çünkü Jose 11 yaşında.
Tek kelime İngilizce konuşamıyor.
Fakat Wembley Stadı’nda Bono’ya bilmediği bir lisanda ‘yürekten’ eşlik ediyor.
Belki de Küresel Müzik Tarikatı doğum sancıları yaşıyor...
Paylaş