Hayallerinin peşinde koşan ‘eğitimli’ bir Kürt kızı

GALİBA dört yıl kadar önceydi.Gündemde henüz ne “Kürt açılımı” var ne de herhangi bir “açılım” umudu.

Ortam gergin...
Şehit cenazeleri bir yanda, Kuzey Irak’a müdahale çağrıları diğer yanda...
Bir grup aydın İstanbul’da toplanmış enine boyuna “Kürt sorunu nasıl çözülür?”ü tartışıyor.
* * *
Böyle zamanlarda konjonktürün esiri olmadan konuşmak zordur.
Ama herkes içindekini cesaretle ortaya koyuyor.
Fakat daha toplantının başında kullanılan dile ilişkin ciddi bir kriz çıkıyor.
Bazı katılımcılar “Kürt sorunu” tanımlamasına itiraz ediyor.
“Ne demek ‘Kürt sorunu’ sanki bu sorun Kürtlerin sorunuymuş ya da tek başına Kürtler tarafından çıkarılmış gibi!”
İlk oturumu ben yönettiğim için dile ilişkin bu kaygıyı anlayışla karşılıyorum.
Ne de olsa bir sorunu isimlendirmek çözüm ya da çözümsüzlüğün yarısı demek.
* * *
Ayrıca bu tanımlamaya bambaşka sebeplerle resmi ağızlar da karşı.
Onların derdi “sorun” kısmıyla değil “Kürt” kelimesiyle.
Uzun yıllar resmi söylem bu sorunun ne etnik ne de siyasi boyutunu kabul etti.
Hâlâ da edilebilmiş değil.
Hatırlayın Başbakan Tayyip Erdoğan geçen yıl “Kürt açılımı” diye çıktı yola, tepkiler karşısında “demokratik açılım, milli birlik ve kardeşlik projesi”ne döndü.
Anlayacağınız dil sorunu hâlâ çözülebilmiş değil.
Çünkü hâlâ bu meseleyi feodal yapı, geri kalmışlık ve teröre indirgeyenler var.
Elbette bir yanı bölgenin sosyal dokusu, ekonomi ve güvenlikle ilgili.
Fakat bunlarla sınırlı değil.
Sorununun özü “kimlik” meselesi.
* * *
Kürt kimliğinin kültürel boyutuna itiraz eden yok.
Hatırlayın Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bile Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmada geçmişte birtakım hatalar yapıldığını, meselenin terör sorununa indirgenemeyeceğini, bireysel ve kültürel anlamda kimlik taleplerinin karşılanması gerektiğini söylemişti.
“Yeter ki kültürel boyutta kalsın ve grup talebine dönüşmesin...”
Akıntıya kürek çekmek gibi ama bu da önemli bir aşama.
Birlikte yaşama kültürünün gelişebilmesi için Türkiye’nin hızla uçlardan uzaklaşması gerekiyor. Kürt dilinin, Kürt kimliğinin, hatta Kürt müziğinin yasak olduğu günlerden geldik buraya. Bu arada memleketin batı yakasında biz bir aşama kaydettik derken geçmişin asimilasyon politikaları diğer yakada başka uçların yeşermesine sebep oldu.
Bunun en çarpıcı örneğini o gün o toplantıda yaşadım.
* * *
Bir ara söz “Kardelenler” ve “Baba beni okula gönder” kampanyasına geldi.
Hiç unutmuyorum bölgeden gelen bir avukat “Bu bir asimilasyon ve Türkleştirme projesidir” dedi.
Hak veren de oldu itiraz eden de.
Konuşan kendi ilinin ilk ve tek kadın avukatıydı.
Amacı “kız çocuklarının okula gitmesi” olan özel sektör destekli bir kampanyayı hele de o bölgeden çıkan bir kadın olarak “devletin Kürt kızlarını devşirme projesi” olarak nitelemesi birçoğumuzu rahatsız etti.
Sonuçta 450 bin kız çocuğu okula gidemiyor ve birileri yardım eli uzatıyor.
* * *
Elbette bu kampanyaların dili ve yaklaşımı eleştirilebilir, uygulama hataları olabilir.
Fakat hayır onun derdi dil ya da hatalı uygulamalarla sınırlı değil.
Kategorik olarak karşı...
Öyle ki bir ara “Kızım olsa bu kampanyalar sayesinde okuma imkânına kavuşmasındansa hiç okumamasını tercih ederdim” dedi.
“Asimile edilmiş eğitimli bir Kürt kızı olacağına asimile olmamış eğitimsiz bir Kürt kızı olsun daha iyi!”
“Sözün bittiği yer” diyeceğim ama hayır bitmiyor belki de tam da buradan başlayarak tartışmamız gerekiyor.
O gün uzun uzun konuştuk...
* * *
Ama ben bugün bu yazıyı New York yolunda yanı başımda oturan Güleser’i düşünerek yazıyorum.
Güleser birazdan Birleşmiş Milletler’de bir “Kardelen” olarak konuşma yapacak.
Diyarbakır Ergani’den ODTÜ’ye, oradan da BM’ye uzanan hikâyesini anlatacak.
Kendisiyle aynı kaderi paylaşan on binlerce kız çocuğunun “varoluş” mücadelesini...
Hayallerinin peşinde koşan eğitimli bir Kürt kızın kimlik inşasını... Bekleyin...
Yazarın Tüm Yazıları