Paylaş
Sorusunun cevabını galiba Almanya’nın Wolsfburg kentinde buldum.
“Ta oralara kadar gitmen mi gerekiyordu?” diyenler çıkabilir, kabulümdür.
Bazen bazı sorular hiç beklemediğiniz yerlerde, hiç beklenmedik şekilde cevap bulur.
Zaten baksanıza benim gibi iyi bir Fenerbahçeli, geçen haftayı Bükreş’te değil, Doğuş Grubu’nun davetlisi olarak Beşiktaş-Wolsfburg maçı için Almanya’da geçirdi.
Dahası davetin sahibi Ferit Şahenk de sıkı bir Fenerli.
Ama her ikimiz de yurtdışı maçlarda Türk takımlarını desteklemekten gocunmayan Fenerlilerdeniz.
* * *
Fakat yine de itiraf edeyim benim Almanya davetini kabul etme gerekçem kesinlikle maç değildi. Maçtan çok Volkswagen Grubu’nun on yıl kadar önce yeni baştan yarattığı “Araba Kenti” Wolsfburg’u merak ediyordum.
Bu yüzden Ferit Şahenk telefonda “Wolsfburg’u ziyaret edeceğiz” deyince hiç tereddüt etmeden “Evet” dedim.
İyi ki de kabul etmişim, çünkü Wolsfburg, üzerinde saatlerce konuşmayı gerektiren bir örnek.
İlla otomobil endüstrisinden olmanız ya da otomobil sevdalısı olmanız gerekmiyor.
Öyle olsa Berlin’den sonra Almanya’nın en çok ziyaretçi çeken ikinci şehri olmazdı.
* * *
Düşünebiliyor musunuz, 1930’lu yılların ortasında Hitler’in talimatıyla halk için tosbağa arabaları üretmek için kurulan Volkswagen fabrikası dışında bir şeyi olmayan Wolsfburg bugün yılda 2 milyonun üzerinde turist çeken bir şehre dönüşmüş.
Şehir dediysem gerçekten bir şehir gibi düşünmeyin. Neredeyse tüm yaşamın Autostadt etrafında örülü olduğu bir yer Wolsfburg.
Fakat Wolsfburg’u Detroit gibi diğer otomobil şehirlerinden ayıran çok önemli bir özellik var.
Detroit sanayi devriminden nano teknolojiye uzanan çizgide gerekli dönüşümü sağlayamadığı için Amerika’nın en önemli araba üreticisi olmasına rağmen bugün bir hayalet şehir.
Adeta fabrika ve araba mezarlığı.
Oysa Wolsfburg bırakın Volkswagen Grubu’nun merkezi üretim üssü olarak çalışmayı, benzerlerini fantastik filmlerde görmeye alıştığınız türde tam bir “gelecek şehri”.
* * *
Geçmişle geleceğin, sanayi devrimi ile teknoloji devriminin, camla çeliğin, yeşille fabrika bacalarının artistik bir biçimde buluştuğu iş ve yaşam alanı.
Hepi topu 31 km’lik bir alanı kaplıyor. Fakat içinde barındırdığı Zaman Evi, Araba Müzesi, Stadyum’u, Gölet’i, üretim ve sosyal tesisleri ile gün boyu dolaşsanız bitmiyor.
Bir şehrin yoktan nasıl var olabileceğini göstermesi açısından Wolsfburg çarpıcı bir örnek.
Sadece şehri mi, Wolsfburg yarattığı katma değerle Almanya ekonomisine can veriyor.
370 bin çalışana sahip Volkswagen Grubu bu şehirden besleniyor.
On binlerce yıllık tarihi ve doğal güzelliğe sahip Kapadokya’nın Wolsfburg kadar turist çekemediğini
söyleyeyim de aradaki muazzam fark daha iyi anlaşılsın.
* * *
Şehre girerken uzaktan ilk gözünüze çarpan Sanayi Devrimi’nin sembolü olarak niteleyebileceğiniz devasa büyüklükte üç fabrika bacası.
Yani 1930’lu yıllarda ilk inşa edilen fabrika.
Dışı tarihi eser, içi robotların çalıştığı teknoloji harikası üretim üssü.
Ve en önemlisi inanılmaz bir mimari ve ileri teknolojinin kullanıldığı yeni üretim ve yerleşim kompleksi bu kırmızı tuğlalı fabrikanın etrafına kurulmuş.
* * *
Yani eski ile yeni hem içerden hem de dışardan çok sıkı bağlarla birbirine bağlanmış.
Peki nasıl?
Biriktirerek. Her adımdan geriye kalan birikimi yenileyerek.
“Türkiye neden hak ettiği oranda kalkınamıyor?”
Çünkü Türkiye biriktirmeyi bilmiyor. Her yeni gelen bir önceki birikimi sıfırlayarak işe başlıyor. Bu yüzden elimizin altındaki on binlerce yıllık Kapadokya, 70 yılda yoktan var edilen Wolsfburg kadar etmiyor.
Paylaş