13 Mayıs 2014
Atatürk, 'cumhuriyet'in ilk 'kurucu babası'; Tayyip Erdoğan, 'ikinci kurucu baba' olmak istiyor.
Türkiye'nin ikinci kurucu babası kim?
Atatürk, 'cumhuriyet'in ilk 'kurucu babası'; Tayyip Erdoğan, 'ikinci kurucu baba' olmak istiyor.
Şu satırların altına imza atmayacak olan var mı?
"Siyaset ve demokrasi, intibak ve taviz sanatıdır. Liderler bir gün aynı oy oranını alamayıp iktidardan düştüklerinde nasıl bir hukuk sistemi bıraktıklarını, bu hukuk sisteminin gün gelip kendilerini tehdit edip etmeyeceğini hesaplamalılar. Sırf bu nedenle bile muhalif düşüncelere, azınlıklara iyi bir hayat sunacak sistemi kurmalılar. Ya da o sistemi bozmamalılar. Hiçbir siyasi hareketin arkasında ebedi bir çoğunluk yoktur, dolayısıyla ebedi bir çoğunlukçu demokrasi de!"
Tespiti yapan Amerika’nın en saygın anayasa hukukçularından Prof. Heather Gerken.
Yazının Devamını Oku 15 Ekim 2010
SADECE insanlar değil, markalar, kurumlar hatta devletler bile kimi zaman baştan yaratılmaya ihtiyaç duyar.
Monocle dergisi Eylül sayısında uzmanlara sorarak her anlamda iflasın eşiğindeki İngiltere’yi yeniden yaratmaya soyundu mesela.
Bir yanda şişman kraliçe ile sembolize edilen 2010 model köhne Britanya, diğer yanda her anlamda yapısal ve köklü bir değişime uğramış, zarif ve atletik prensesle sembolize edilen 2012 model yeni Britanya.
Makyaja yönelik estetik bir müdahale değil önerilen.
Tepeden tırnağa radikal bir değişim.
Yazının Devamını Oku 12 Ekim 2010
TIME dergisi önceki hafta açık açık sormuştu...<br><br>“Gazeteler için bir gelecek var mı?” Aynı soru aslında uzun bir süredir haftalık haber dergileri için de soruluyor.
Cevaba geleceğim ama önce soruyu düzeltmem gerekiyor.
Doğru soru şu...
Hangi gazeteler ya da gazetecilik anlayışı için gelecek var, hangileri ölmeye mahkûm?
Ben kendi cevabımı hemen vereyim...
Ölen konvansiyonel gazetecilik, yaşayacak ‘günlük dergi’ formatında yazılı ile dijitalin evlendiği yeni gazetecilik.
* * *
‘Günlük’ ve ‘dergi’ kavramı bazılarına oksimoron gelebilir.
Dergi haftalık ya da aylıktır.
Yani güncel değildir.
Ama artık olmak zorunda.
Çünkü enformasyon bombardımanı altında artık gazeteleri haber dili, görsel kullanımı ve perspektif sunan yaratıcı yaklaşımlarıyla ‘günlük dergi’ kıvamında yayımlamamız gerekiyor.
Dünyada bunu yapmaya çalışan gazeteler var.
Mesela İspanya’da El Pais, İtalya’da Republica, İngiltere’de Times, Guardian ve Independent...
* * *
Dolayısıyla asıl soru “Gazeteler ya da dergiler için bir gelecek var mı?” değil.
Mesela Amerika’da Time gibi köklü bir dergi ya da New York Times prestijli bir gazete için gelecek var mı?
Köklü geçmişlerine rağmen her ikisi de bocalıyor.
Hâlâ interneti tehdit olarak gören gazeteler var.
Oysa Daily Telegraph gibi gazeteler online ile offline, yani yazılı ile interneti evlendirip (converge) yepyeni fırsatlar yarattılar.
Ölen gazetecilik ya da gazeteler değil, gazeteciliğin yapılış şekli.
Aslına bakarsanız gazetecilik mesleği teknolojinin sunduğu fırsatlardan dolayı aslına rücu ediyor, özüne, hayata, sokağa, insana dönüyor.
* * *
Amerika’da son yıllarda en çok tartışılan kavram ‘vatandaş gazeteciliği’.
Artık okur pasif bir tüketici değil.
Okuru ‘ne versem yer’ diye gören iş modelleri çöktü.
Diş macunu üreten bir şirket bile artık uzmanlardan oluşan ürün geliştirme departmanıyla yetinemiyor.
Tüketicinin bizzat üretici olduğu, kalabalıkların üretim sürecine katıldığı ‘crowdsourcing’ diye yeni bir kavram var.
Kalabalıklarla birlikte üretim modeli. Teknoloji sayesinde oturduğu yerden tüketici üretim sürecine katkı sağlayabiliyor.
P&G gibi bir dünya devi son 3 yılda piyasaya sunduğu ürünlerin yarıya yakınını bu modelle üretti.
Ne tek başına üretici ne de tüketici.
Yeni model ‘türetici’.
* * *
Dolayısıyla gazeteler için benim cevabım çok net...
Okurunu aktif bir biçimde üretim sürecine sokamayan gazeteler ölecek.
Bilgiyle beraber duyguyu aktaramayan yayınlar dökülecek.
Sokağın sesini tüm zenginliğiyle yansıtamayan kanallar çökecek.
Tavrı, haberin önüne geçiren ‘misyon gazeteciliği’ konjonktürel başarılar elde etse de uzun vadede tekleyecek.
Gazete de gazetecilik de hep var olacak.
Sadece model değişecek.
Okurun yazar olduğu, köşe yazarının sokak yazarına dönüştüğü hayatı insan hikâyeleri üzerinden okuyan bir model bu.
Bakmayın siz köşesinden gazetelerin ölüm ilanını hazırlayanlara.
Yunus’un tabiriyle ‘ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez’.
Mesleğine tutkuyla bağlı olan gazeteciler oldukça gazetecilik yaşar.
Hem dünyada hem de Türkiye’de küllerinden doğan yeni bir gazetecilik dönemi başlıyor.
Radikal bir devrim bu, örnekler sunacağım...
Yazının Devamını Oku 6 Ekim 2010
‘GAZETECİLER, yazdıklarının içeriği yetkililer tarafından beğenilmediği için cezai kovuşturmaya maruz bırakılabilir mi?’ Cevabınız ‘bırakılamazlar’ ise iki defa düşünmenizde fayda var.
Çünkü Radikal gazetesinin deneyimli muhabiri İsmail Saymaz yaptığı haberlerden dolayı tam 79 yıl hapis cezası ile yargılanıyor.
Şaka gibi, ama değil.
Suçu ne?
5’i Erzincan davası ile ilgili olmak üzere 9 haber yapmış olmak!
Suçlama ne?
‘Soruşturmanın gizliliğini ihlal, adil yargılanmayı etkileme.’
* * *
Basın Yasası, Terörle Mücadele ve Ceza Yasalarındaki çeşitli maddeler bugün Türkiye’de gazetecileri mesleklerini yapmaktan men eder hale geldi.
Öyle ki Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) dün Saymaz’a destek amacıyla şu açıklamayı yaptı:
‘‘Gazeteciler, yazdıklarının içeriği yetkililer tarafından beğenilmediği için cezai kovuşturmaya maruz bırakılamaz. Kamunun ilgisini çeken bilgileri aktarmak gazetecilerin profesyonel görevidir. Yetkililer onların bu görevlerini yerine getirebilmelerine izin vermekle yükümlüdürler...”
* * *
İşin daha vahimi yaptığı haberlerden dolayı yargılanan tek gazeteci İsmail değil.
Bugün itibariyle Türkiye’de 48 gazeteci cezaevinde, 700’ün üzerinde gazeteci ise hapis istemi ile yargılanıyor.
Ve bu tehlikeli gidişe kimse ‘dur’ demiyor.
İğneyi başkasına çuvaldızı kendimize batıralım.
Maalesef medya bugüne kadar bu tür davalara ve muğlâk yasal düzenlemelere karşı topyekûn bir tavır sergileyemedi.
Herkes bu durum kendi canını yakınca isyan etti.
Oysa hukuk ve adalet eşit bir biçimde hepimize lazım.
* * *
Basın özgürlüğü öncelikle hiçbir ideolojik ayrım yapmadan tüm gazeteciler için özgürlük isteyen bir basınla mümkün olabilir.
Gazeteciler birbirleriyle kavga etmekten, içinde bulundukları geminin su aldığını, batma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu göremez oldular.
Bakın bugün mevcut yasal düzenleme Ergenekon davasında iki ayrı cephede gazetecilik yapan Star gazetesinden Şamil Tayyar’ın da canını yakıyor, Posta gazetesinden Nedim Şener’in de.
Öyle komik suçlamalar var ki...
Mehmet Baransu aleyhine kendisine ait olmayan bir haberden dolayı dava açılmış.
Devlet yıllardır Öcalan’la görüşüyor, İrfan Aktan güneydoğuda yaptığı bir söyleşiden dolayı hüküm yedi.
Taraf gazetesi aynı gün 40’ın üzerinde dava ile karşı karşıya kaldı.
Bugün sana yarın bana.
* * *
Geçen hafta Adalet bakanı Sadullah Ergin ile basın özgürlüğü ve sorumlu yayımcılık arasındaki ince ilişkiyi konuştum.
‘Ben de iki ateş arasında kalmış hissediyorum’ dedi.
‘Siz gelip gazeteciler aleyhine açılan davaları eleştiriyorsunuz, başka gazeteciler de gelip ‘soruşturmanın gizliliği özel hayatın mahremiyeti basında neredeyse her gün ihlal ediliyor niye seyirci kalıyorsunuz? diye bizi suçluyor. Söyleyin biz ne yapalım?’
İsmail, Şamil, Nedim, Mehmet fark etmez...
Gazeteciliği bir cephe savaşına dönüştürmekten vazgeçip hakkımızı birlikte aramazsak özgürlüğümüzü kendi ellerimizle yargının muğlâk ellerine teslim edeceğiz.
* * *
Soyut bir özgürlük mücadelesinden bahsetmiyorum.
Haber yapma özgürlüğümüz elimizden alındı.
İsmail son örnek; 9 haber 79 yıl hapis...
Daha ne bekliyoruz?
Yazının Devamını Oku