20 Ocak 2006
TÜRK futbolu dün en ilginç günlerinden birisini yaşadı. Siyasetin elini ilk kez bu denli yoğun bir şekilde sporun içine soktuğu kongrede, Haluk Ulusoy’un her türlü siyasi baskıya karşı seçilmesi, bir anlamda Ulusoy’un hükümete attığı gol alarak değerlendirilebilir. Şurası bir gerçek ki; Sayın Bakan’ın kendine göre tutarlı ve haklı ama zamansız çıkışı, belli ki, futbol dünyasında bir tepki oluşturmuş. Özellikle taban birliklerinin seçimin kaderini belirleyen son sandıktaki tutumu, bunun en açık göstergesi.
Tasfiye edildiler
Dünkü kongrenin ortaya çıkardığı bir başka sonuç da; olayları bu hale getirerek, beraber yola çıktıkları Levent Bıçakçı’yı harcayıp gövde gösterisi yapmak isteyenlerin de futbol kamuoyu tarafından tasfiye edilmesiydi. Bir gün önce ’ben bu işlerden elimi ayağımı çektim’ deyip daha sonra kulislerin göbeğine dalanların bu davranışları, demek ki, futbol dünyası tarafından hoş karşılanmadı. Madem bu işi iyi yapıyordunuz, olayların bu hale gelmesinde hiç sorumluluğunuz yoktu. O halde Levent Bıçakçı’nın ne günahı vardı? Sırf onu harcamak için böyle bir davranış içine girerseniz, gerekli cevabı da bir tokat gibi suratınıza yersiniz.
Umarız barış sağlanır
Peki şimdi ne olacak? Seçim bitti. Kaos ortadan kalkacak mı? Bence tam aksine. Seçim öncesi, Ulusoy seçilirse yasanın kendine verdiği yetkiyi kullanıp yeniden genel kurul çağrısı yapacağını söyleyen Bakan, bu tavrında ısrar ederse kısa bir süre sonra yeni bir kongre yaşanır. Umarız, dünden gerekli dersler çıkarılır. Ve bir barış sağlanır. Aksi taktirde futbolumuz için yeniden sıkıntılı bir dönem yaşanır. Ancak ufukta görünen tablo pek parlak değil. Bizce yeniden "Hoşgeldin kaos"
Yazının Devamını Oku 16 Ocak 2006
BASKETBOLUMUZUN iki Avrupalı devinin ligin zirvesi için mücadelesinde kelimenin tam anlamıyla dağ fare doğurdu. Türkiye’nin iki kaliteli ekibinin liderlik maçında basketbolseverlerin beklentisi daha kaliteli ve daha mücadele dolu bir basketbol izlemekti. Ama iki takım da üzerlerindeki kazanma baskısıyla öyle fazla basit hatalar yaptılar ki, şaşırmamak elde değil. Bu basit hataları daha fazla yapan Efes, Ülker’e teslim olup koltuğu rakibinden alamadı. Ülker ise Efes’e oranla daha çok mücadele etmenin ve galibiyeti daha fazla istemenin ödülünü aldı.
Efes Koçu Oktay Mahmuti maç öncesinde takımının oyun içindeki iniş ve çıkışlarından yakınıyor ve bu kez bu dalgalanmaları yaşamayıp maçın kontrolünü elinde tutmayı planlıyordu. Ancak çok kısa bir süre hariç Efes, Mahmuti’nin istediği düzeye hiç çıkamadı.
Daha az hata yaptı
Ergin Ataman ise bütün önlemlerini Efes’in güçlü olduğu uzunlara karşı almış ve Efes’in dış şutlarını risk etmeyi düşünmüştü. Ataman’ın rakip uzunlara yaptığı etkili savunma bütün maç boyu tıkır tıkır işlerken, üç sayılık atışlarda 4/24 gibi düşük bir yüzdeyle oynayan Efes Pilsen için yenilgi kaçınılmaz oldu.
Efes Pilsen ilk yarıda toplam 10 top kaybı yapıp maçın direksiyonunu elinden kaçırırken, daha etkili savunma yapan Ülker’de İbrahim, kritik bölümlerde isabetli atışlarla ve yaptığı asistlerle takımını zafere götüren kaptandı. Mirsad ribaunt gücünü sergilerken, ilk yarıda Gulyas maçın sonunda da Haislip, turuncu yeşilli takımın galibiyetine damga vuran isimler oldular.
Sonuçta daha az hata yapan, daha iyi mücadele eden Ülker, ezeli rakibini yenip liderlik koltuğuna kurulurken, Efes Pilsen bu kadar düşük skorda kalmanın faturasını ödedi. Bu arada Ergin Ataman’ın diskalifiye edilmesine karşın Ülker’in oyun disiplinini kaybetmemesi ve mücadeleden düşmemesi de daha çok deneyimli oyuncuya sahip olmanın bir başka ödülüydü.
Yazının Devamını Oku 15 Ocak 2006
KRİTİK ve önemli oyunlarda sonucu o takımın silahları belirler... Eğer silahınız arzuladığınız ve planladığınız gibi işlerse, hedefinize varırsınız. Yok eğer bel bağladığınız silahınız tutukluk yaparsa, o zaman hüsran kaçınılmazdır. Türk basketbolunun iki ezeli rakibi F.Bahçe ile G.Saray arasındaki dünkü mücadele öncesinde sarı laciventli takımın deneyimli koçu Aydın Örs, öncelikli planını rakibin ligdeki sayı kralı Dixon’ı durdurmak üzere kurmuştu. Örs, tempoyu yükseltip, Dixon’ı 20 sayının altında tutabilirse, zafere ulaşacağını hesaplamıştı.
Halil Üner ise Örs’ün aksine tempoyu düşürmeyi seçmiş ve rakibin alan savunmasına iyi şut sokarsak kazanırım demişti... Üner ayrıca F.Bahçe’nin daha güçlü olduğu çember altı etkinliğini de azaltmayı planlamıştı.
Oyunun temposu Üner’in istediği gibi gelişti. F.Bahçe bir-iki pozisyon dışında hemen hemen hiç hızlanamadı. Ancak Örs’ün Dixon’ı (3/11 2 sayı, 1/9 üç sayı) genç Hakan Demirel ile durdurma planı bütün maç boyu gerçekleşti. ABD’liye kelepçe takan Hakan, savunmasıyla sivrilirken, F.Bahçe’yi sıkıntı çektiği ilk yarıda ayakta tutan isim ise genç Semih oldu. 13 sayı ve 18 ribauntluk müthiş bir performans çizen Semih bu performansıyla Türk basketbolunun geleceğinde önemli işler yapacağını gösterdi.
Örs’ün uyarıları
G.Saray’ın Dixon silahı işlemezken, F.Bahçe’de Mrsic (7/12 üç sayı, 5 asist)kritik anlarda teklemeden patlayan mitralyöz gibiydi. Farkın azaldığı anlarda sorumluluk alıp G.Saray potasını bombalayan Boşnak oyuncu, bir anlamda sarı lacivertli ekibi zafere taşıyan kilit silahtı.
Maç öncesi planlarını rakibinden daha iyi uygulan Aydın Örs farkın açılıp oyuncularının gevşediği anlarda aldığı kritik molalarda onları yeniden ateşlemeyi becerirken, yüzde 16 gibi düşük bir yüzdeyle uzak şut atan (7/41) G.Saray’ın bu derbiyi kazanması imkansızdı...
Silahlarını daha etkili kullanan, daha iyi savunma yapan ve kazanmak için daha çok çalışan F.Bahçe, saman alevi gibi parlayan G.Saray engelini geçerken, bir anlamda da maç öncesi hazırlığını daha iyi yapmanın ödülünü aldı.
Yazının Devamını Oku 13 Kasım 2005
Ama bir şeyi gözden kaçırmayın. FIFA’ya yaranıp Dünya Kupası’na gitme uğruna rakibin tekmelerini görmeyen hakemi. BÖYLESİ iki ayaklı maçlarda en önemlisi ilk ayakta işi sağlama almaktır. İşi sağlama almanın tek yolu da hata yapmamaktan geçer. Özellikle oyunun kilit alanı olan orta sahada hücuma çıkarken top kaptırırsanız, bunun faturası ağır olur. Tıpkı dün İsviçre’de yaşadığımız gibi.
Fatih Terim, ilk maçta kontrolü elinde tutmak için dörtlü bir savunma kurgusunun önüne 5’li bir orta saha düzenlemesi oluşturmuş ve tek forvetle sahaya çıkmıştı. Amacı orta alanı hem savunmaya yardım etmesi hem de ileride tek başına çırpınan Hakan’a destek olmasıydı.
Mazeret değil ama
Ama bu beşli orta alandan özellikle hücuma hemen hiç destek gelmedi. Bu olmadığı gibi yapılan bol sayıdaki pas hatası da adeta Dünya Kupası hayallerimizin içine limon suyu sıktı. İsviçre, iyi pres yapan, disiplinli oynayan ve kanatları iyi kullanan fizikli bir ekip. Nitekim, yaptıkları kanat bindirmeleri bizim sonumuzu hazırladı.
Maç öncesi İsviçre basının sinirini bozmak için alaya aldığı Volkan’ın 3 önemli kurtarışı olmasa durumumuz çok daha vahim olabilirdi. Bu arada FİFA’ya yaranıp Dünya Kupası’na gitmek için herşeyi yaptığı söylenen acemi hakem rakibin sertliğine izin vererekte bir anlamda yenilgimize çanak tuttu. Ancak bunlar dün gecenin mazereti değil, olmamalı da.
Dün, bir anlamda kendi basit hatalarımızın faturasını ödedik. İlk golde kaptırılan bir top sonrası oluşan frikikteki paylaşım hatası, ikinci golde de tüm maç boyu yediğimiz bir kanat bindirme organizasyonu. Şimdi hesaplar alt üst. Bu takıma 3 gol birden atmak çok zor. Umarız İsviçre’de olmayan disiplinli bir mücadele İstanbul’da ön plana çıkar. Eğer bu olguları yerine getiremezsek o zaman Dünya Kupası’na ancak uzaktan bakarız.
Yazının Devamını Oku 24 Eylül 2005
<B>AVRUPA </B>Basketbol Şampiyonası’nda yaşanan hayal kırıklığından sonra ortalık toz duman. Görülüyor ki, herkes başarısızlığın faturasını birbirine kesmek istiyor. Karşılıklı suçlamalar, sallamalar, basketbol camiasını savaş alanına çevirdi. Ve görülüyor ki, her şeyin faturası da Milli Takımlar Genel Menajeri Doğan Hakyemez’e kesilmek isteniyor.
Beyler, aklınızı başınıza alın. Karşılıklı suçlamalarla ‘o bunu yaptı, şu bunu etti’ diyerek kimse bu işten kurtulamaz. Eğer bu işte bir suçlu varsa, bunda herkesin payı var. Sahada yüreğini ortaya koymayan, savaşmayan, arkadaşları ile dayanışma içine girmeyen ve formasını düşünmeyen oyuncuların ‘şu şöyle olsun, bu böyle olsun, o gitsin’ demeye hiç hakları yok.
Böyle davranarak da bir yere varamayız. Sen sahaya çıkıp, görevini yapmayacaksın, sonra da bir sohbet sırasında söylenenleri öne sürüp, ‘menajer istifa etsin’ diyeceksin. Bu, çözüm de değil, etik de...
Birlik olma zamanı
Tamam, ortada büyük bir hayal kırıklığı var. Herkes bunun acısını içinde yaşıyor. Ama şimdi yapılması gereken suçlamalar değil, el ele vererek ‘birlikte nerede hata yaptık?’ sorusuna cevap arama zamanı. Biz Avrupa Şampiyonası’nda kötü oynadık, mücadele edemedik. Tıpkı buraya şampiyon olma iddiasıyla gelen ev sahibi Sırbistan&Karadağ gibi. Onlar da şimdi bizlerle aynı durumda. Karşılıklı suçlamalar onlarda da mevcut. Buradan şunu çıkartıyorum. İki takım da büyük yıldızlara sahip. Ama yıldızlardan bir takım yaratamadığınız vakit, işte böyle hayal kırıklığı yaşıyorsunuz.
Faturayı Doğan Hakyemez’e kesmek doğru değil. Onun görevden ayrılmasıyla her şey düzelecekse, tamam. Ama bunun böyle olmayacağını hepimiz biliyoruz. Son üç şampiyonadır yaşananlar bir kez daha tekrarlandı. Hastalık belli. Yeni ve başarıya aç oyuncularla oluşturulacak bir takım bizi toparlar ve ayağa kaldırır. Bu hezimetten gerekli dersleri alıp, el ele verirsek basketbolumuzu düzlüğe çıkartırız.
Yok, suçlamalara devam edip, günah keçileri aramayı sürdürürsek, karanlıkların içinde kaybolup gideriz. Herkes aklını başına alsın.
Yazının Devamını Oku 21 Eylül 2005
<B>YILDIZ </B>oyuncu dediğin, işler kötü gittiği anda sorumluluğu üstlenip, sazı eline alarak takımını selamete çıkartan oyuncudur. Tıpkı dün bizi tek başına yenen <B>Nowitzki </B>gibi. İlk yarıda Kaya tarafından çok iyi kilitlenen Almanlar’ın NBA yıldızı, Tanjeviç’in çok fazla oyuncu değiştirme alışkanlığından yararlanıp ikinci yarıda sazı eline aldı ve bizim uyuyan yıldızlarımızı denize döktü. Nowitzki bir NBA yıldızının neler yapması gerektiğini herkese gösterirken bizim aynı ligden gelen oyuncularımız hayalet gibiydiler. Turnuvanın başından beri güçsüzlüğü her halinden belli olan Mehmet Okur’dan bu kadar ısrar edilmesini anlamak mümkün değil. Hidayet, bölüm bölüm oynuyor ama işi tek başına kurtarmaya kalkışınca da takıma fayda yerine zarar veriyor.
Yeni jenerasyon şart
Bizim için mutlaka kazanılması gereken maça gerçekten iyi başladık. Nowitzki’yi kilitleyip, iyi de savunma yaptık. Ama hücumda hareketsiz kalıp tempoyu bir türlü istediğimiz gibi ayarlayamayınca, koparmamız gereken maçı bir türlü kontrolümüze alamadık. Buna rağmen topu çember altına indirip buradan bulduğumuz sayılarla ilk yarıyı önde kapadık. İkinci yarıda, 26. dakikada 7 sayı önde iken Tanjeviç’in anlamsız 3 oyuncu değişkliği bizi yine skorsuzluğa itti.
Bu dönemlerde topu çember altına indirmek yerine zorlama atışları tercih etmekle en büyük yanlışımızdı. Ayrıca Kaya’nın kelepçesinden kurtulmasına izin verdiğimiz Nowitzki de coşunca, elimizdeki maçı Almanlar’a verdik. Zaten sevgisiz, inançsız ve dirençsiz bir takımın oyunun son bölümünde güçlü kalması da mümkün değildi. Gittikçe azalan fizik gücümüz faul atışlarına bile yansıyınca, büyük umutlarla geldiğimiz turnuva bizim için burada noktalandı. Bu hezimetin en büyük sorumluları birbirini sevmeyen, birbirine güvenmeyen ve formaları için savaşmayan oyuncular ile çok fazla oyuncu değişikliği yaparak onların dengelerini alt üst eden teknik yönetimdir.
Şimdi artık şapkaları öne koymanın ve sahada gezinen hayalet yıldızlar yerine başarıya aç, forması için savaşan genç bir jenerasyonla 2010 yoluna çıkılmalı. NBA yıldızıyım diyerek Nowitzki’den ders almayan hayaletlerle hiçbir yere varılmaz.
Yazının Devamını Oku 20 Eylül 2005
<B>AVRUPA</B> Şampiyonasına gelirken, kağıt üzerindeki favorilerden biriydik. Öyle ya, basketbol tarihimizin en yetenekli ve en iyi kadrolarından birini sahiptik. NBA yıldızlarımız, Avrupalı starlarımız, genç yeteneklerimiz kadroyu doldurmuştu. Tek tek baktığımızda hiçbir takımda bizdeki kadar ün sahibi ve yıldız yoktu. Bu kadar yıldız dolu takımdan da iyi basketbol ve zaferler beklemek sanırım en doğal hakkımızdı. Ama nereden bilebilirdik ki, bu dev yıldızlar topluluğu tarihin en kötü basketlolunu oynayacak.
Turnuva öncesinde yazdığımız her yazıda, katıldığımız her konuşmada savunmanın önemini işaret etmiş ve iyi savunma yapıp turnuva oynadığımız anda her takımı yenebileceğimizi söylemiştik. Ne savunma yaptık, ne hızlanabildik. Daha da acısı savaşamadık. Zaman zaman sahada öyle acı görütüler çizdik ki, kahrolmamak elde değil.
Dayanışma '0'
Şunu açıkça söylemek gerekir; istikrarsızlık yönünden dünyanın en önündeyiz. Basketbolun doğrularını bir maçın bütününe yayamıyoruz. Zaman zaman saman alevi gibi parlıyor, bunu yeterli görüp vitesi hemen boşa alıyoruz.
Takım içi arkadaşlık, dayanışma ise '0'. Kimse kimsenin yardımına koşmuyor. Birbirini suçlamak, saha içinde bağırıp çağrışmak ise hiç eksik olmuyor. Hal böyle olunca nasıl başarılı olursunuz?
Galiba bizim generaller asker olmayı ve zafer için savaşmayı pek düşünmüyor. Birlikten güç doğacağına inanmayıp, kendi başlarına bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Sonucunda da ortaya garip, aciz ve rakibin coşmasını sağlayan bir görüntü ortaya çıkıyor.
Yeni jenerasyon
Düşünün, en güçlü olduğumuz yanımız çember altı. Ama en çok sayıyı da buradan yiyoruz. Hızlı oyunla aceleciliği karıştırıp, olmayacak kadar çok top kaybı yapıyoruz. Bu kadar yanlış da bir araya gelince kötü sonuçlar da kaçınılmaz oluyor.
Buraya kadar beklediklerimizi yapamadık. Ama biraz hakem yardımı, biraz şansa kazandığımız Bulgar maçı önümüze iyi bir fırsat sundu. Umarım uyuyan devlerimiz yeteneklerini ve arkadaşlıklarını hatırlarlar da bundan sonra yeni bir tunuvaya başlarız.
Bu hava böyle giderse bavulumuzu toplar evimize döner ve başarıya doymuş yıldızlar yerine genç, savaşan ve milli formanın değerini bilen yeni bir jenerasyonla 2010 yılına çıkarız. Galiba da basketbolumuz için en hayırlısı bu olur.
Yazının Devamını Oku 19 Eylül 2005
HERHALDE dünya üzerinde bizim kadar istikrarsız takım yoktur. Zaman zaman çok iyi işler yapıyoruz ama sonra iyi yaptıklarımızı bir kenara koyup, olmadık bereciksizlikler sergiliyoruz. Tıpkı dün akşam Hırvatistan önünde olduğu gibi.
Her zaman söylüyoruz; Sporda başarıya giden yol sevgiden geçer. Birbirini seven, birbirleriyle yardımlaşan ve birbirlerinin emeğine saygı duyanlar takım sporlarında kolayca hedeflere ulaşırlar. Ama sevgiyle paylaşmayı bir kenarda bırakıp, egolarınızı tatmin etmeye kalkarsınız, işte o zaman bizim Milli Takımımız'ın yaşadığı felaketleri yaşarsınız. Bu Avrupa Şampiyonası'nda yaşanan tüm sıkıntıların ana sebebi de takım içi sevgi ve dayanışmasının olmayışı. Böyle bir takımdan da başarı beklemek elbette hayal olur.
Nasıl maç kazanacaksınız?
Dün Hırvatistan karşısında birgün önceki günün geriliminin izlerini silmek için sergilenen göstermelik dayanışma ancak bir devre sürebildi. İkinci periyodun ortalarına kadar canla başla savunma yapan, tempoyu koruyan ve akıllı oynayan takımımız farkın 10 sayıya çıkmasından sonra hakemlerin de düdük çalmasından etkilenerek yine disiplinini kaybetti. Herhalde dünya üzerinde bizim kadar dirençsiz ve dış etkenlerden çabuk etkilenen başka bir takım daha yoktur. Oynadığımız bir üçüncü periyot var ki, kelimenin tam anlamıyla rezalet. 8.5 dakika sayı üretemeyip, rakibin 24 sayı atmasına izin verirseniz Avrupa Şampiyonası'nda nasıl maç kazanırsınız?
Sevgisizlik ve inançsızlık
Yapılan 25-26 top kaybını inançsızlıktan başka ne ile açıklayabilirsiniz? Son olarak başarı ve zaferler ancak onu çok isteyen ve uğruna savaşan insanlarla gelir. Bunların hepsine doymuş ve Milli Takım'da oynamak sanki bir lütufmuş gibi düşünenlerle bir yere varılamaz. Ben, bu yapıdaki Milli Takımımız'ı bu anlayışla hiçbir yere varamayacağını düşünüyorum. Yarın Almanya önünde aklımızı başımıza devşirirsek ne ala. Yok, 'Bizden buraya kadar' anlayışı ile sürerse elveda hayaller. O zaman da bu sorumsuzluğa imza atanlar her halde Türk halkına hesabı verirler.
Yazının Devamını Oku