Paylaş
Altında uzun bir sanatçı ve yazar listesi var...
*
Alfabetik sıralamayla başlayan listenin başında Alpay’ın adını görüyoruz.
Son isim ise Zülfü Livaneli...
Listeye bakarken şunları düşünüyorum...
Bu insanların bir bölümü bu ülkenin son 50 hatta 60 yılını yaşamış...
12 Mart askeri müdahalesini, 12 Eylül askeri darbesini, 28 Şubat’ı ve tabii ki Ergenekon kumpaslarını yaşamış...
Bir bölümünün hayatları hep demokrasi, insan hakları, hukuk mücadelesi ile geçmiş...
Sürgüne gitmişler...
Hapis yatmışlar...
*
Hepsi olmasa da küçümsenemeyecek bir bölümü, bir zamanlar başörtülü kızların yanındaydılar...
Cumhurbaşkanı Erdoğan hapse girdiğinde onun yanındaydılar...
AK Parti için kapatma davası açıldığında karşı çıkmışlardı.
*
Şimdi de aynı duygularla 17 yıl hapsi istenen başarılı bir kadın siyasetçiye yapılan zulme karşı çıkıyorlar.
*
Bu listeye bakarken bir de şunu düşünüyorum...
Acaba Alpay ile Livaneli arasında Türk sinemasının efsane kadınlarından Hülya Koçyiğit’i ve Hülya Avşar’ı da göremez miydik...
*
Yanlış anlamayın...
Hayatım boyunca kimseye neden imza atmadın, neden şunu yapmadın gibi saçma sapan bir soruyu sormadım.
12 Eylül’de bana teklif edildiği halde Aydınlar Bildirisi’ni imzalamayanlardan biri de bendim...
*
Sadece şunun için yazıyorum.
Bir insan hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı destekleyip hem de bir kadın siyasetçiye yapılan ağır haksızlığa karşı çıkamaz mı... Tabii tersi de...
Hepimiz için geçerli bu...
*
Bir gün gelir de...
Şehitler, haksızlıklar, adaletsizlikler konusunda kendi kendimize hiyerarşiler, A sınıfı, B sınıfı kategoriler yaratmazsak...
Haksızlık kime yapılırsa yapılsın karşı çıkarsak...
*
İşte o zaman kendi düşüncemize yakın insanlara verdiğimiz desteklerin anlamı ve kıymeti de çok daha artar...
*
Bu bildiriye imza atanları kutluyorum.
Benim kalbim de onlarla birlikte...
İMZA ATANLAR 53’TEN 134’E ÇIKMIŞ
İLK bildiriyi 53 kişi imzalamış.
Şimdi sayı 134’e çıkmış...
Kimler yok ki listede...
Arif Sağ’ı, Burhan Şeşen’i, Bedri Baykam’ı, Cahit Berkay’ı, Eşber Yağmurdereli’si, Leman ve Şevval Şam’ı, Müjdat Gezen’i, Müjde Ar’ı, Moğollar’ı, Melike Demirağ’ı, Fazıl Say’ı, Şebnem Sönmez’i, Rahmi Saltuk’u, Redd’i, Selda Bağcan’ı, Selçuk Yöntem’i, Ferhan Şensoy’u, Genco Erkal’ı, Harun Tekin’i...
Ve daha niceleri...
15 TEMMUZ DARBESİNİN SİYASİ AYAĞI VAR MI
İktidar kanadında ilgiyle okuduğum yazarlarından biri olan Ersoy Dede, “15 Temmuz’un siyasi ayağı yoktur” diye bir yazı yazdı.
Önceki gün baktım, “Vaay FETÖ’nün siyasi ayağı yoktur diyor” diye neredeyse linç ediliyordu...
Oysa yazıyı okuduğunuzda görüyorsunuz ki “FETÖ’nün siyasi ayağı yoktur” demiyor.
Darbenin siyasi ayağı yoktur diyor...
*
Artık boş verin FETÖ’nün şu ayağı bu ayağı demeyi...
Hepimiz kabul edelim ki...
FETÖ dediğimiz çeteleşme, bütün Türkiye’nin kolektif şuursuzluğunun ürünüdür.
*
En başta, “Alnı secdeye değiyor” diye onunla dava arkadaşlığı yapanların şuursuzluğudur.
“Askeri, muhalifi hapse atıyor” diye onun zulmünü hoş gören, hatta destekleyen liberallerin, muhafazakârların şuursuzluğudur.
“Belki bana da birkaç oy gelir” hesabı ile ona yanaşan muhalif siyasetçi ve partilerin ürünüdür.
“Aman hâkimini, savcısını, vergi memurunu üzerime göndermesin” diye ona yalakalık yapan işinsanının ürünüdür.
*
O zaman geriye şu sorunun cevabı kalıyor.
Madem bu bela, kolektif şuursuzluğumuzun ürünü...
Öyleyse her an yeniden gelebilecek böyle bir tehlikeye karşı kolektif şuuru nasıl yaratabiliriz...
*
Ben söyleyeyim...
Bölerek değil, birleştirerek yapabiliriz.
EN ACIMASIZ YENİ MÜZİK FİLMİ GELİYOR
Haber önceki akşam Los Angeles’tan geldi. 1960’larda başlayan pop müzik devriminin en efsane simalarından biri olan David Crosby’i anlatan bir belgesel film yapılmış.
İlk yorumlar şöyle:
Bugüne kadar yapılmış en acımasız eleştiri filmlerinden biri.
Acımasızlığı da filmin senaristinden, yönetmeninden değil David Crosby’nin bizzat kendinden geliyor.
Çünkü filminde sadece başkalarına değil, kendine de çok acımasızca yüklenmiş.
Ben onu 1965 yılında bir lise öğrencisiyken, ‘The Byrds’ grubundaki harika ‘Turn, Turn, Turn’ şarkısıyla tanımıştım. Pete Seeger’ın şarkısını harika biçimde söylemişlerdi.
Ama onu asıl, 70’li yıllarda ‘Crosby, Stills, Nash & Young’ olarak sevdim. Dört harika müzisyeni bir araya getiren kült bir gruptu.
Woodstock’a katılmışlardı ve Amerikan “karşı kültür” hareketinin öncü gruplarındandı.
Herkes David Crosby’nin zor ve arızalı bir adam olduğunu söyler.
Filmi merakla bekliyorum.
SİNCE 1980: ‘KASAP’ KAÇ YILDA ‘STEAKHOUSE’ OLUR
Dün bir arkadaşım beni Kâğıthane’deki ‘Boğa Kasap-Steakhouse’a götürdü. New York’ta yiyebileceğim kadar güzel bir et yedim.
Harika istiridye mantarı...
“Medium” dediğim zaman gerçek anlamda medium pişirilmiş bir et...
Güler yüzlü bir servis...
Estetik bir sunum...
Ve makul bir fiyat...
Kapısında ‘Since 1980’ yazıyor...
Yani 1980 yılında kurulmuş... Benim için daha dün... Ama demek ki Türkiye’de “kasap” kelimesinin “steakhouse” haline gelmesi için yeterli bir süreymiş...
TÜRKİYE KASAP ARKEOLOJİSİ: KASABIN YENİ COĞRAFYASI
Yeni gastronomi, eski kelimelere yeni anlamlar yüklüyor.
Bir zamanlar “kasap”, etlerin çengellere asılıp satıldığı yerdi.
Şimdi “steakhouse”un modern adı oldu.
Düne kadar kebap Nişantaşı’nın sınırlarından giremezdi.
Şimdi “Adana il sınırı”, Mim Kemal Öke Caddesi’nin girişine dayandı.
Nusret’in başlattığı “kasap modernitesi”, düne kadar Nişantaşı’nın ötesine geçemezdi...
Şimdi Kâğıthane’ye yayıldı.
Türkiye’nin “kasap arkeolojisi” yeni...
Ama inanın harika bir gelenek yaratmaya başladı. Kızın kızmayın, ama bunda Nusret
ve Günaydın’ın büyük payı var.
Paylaş