"YÜZBAŞI Corelli’nin Mandolini" filminde çok sevdiğim bir sahne var.
Corelli ile Penelope Cruz’un oynadığı Rum kızı Pelagia arasında şöyle bir konuşma geçiyor.
Pelagia, onun adanın öteki kızlarıyla eğlenmesine içerlemektedir ve öyle bir anında kızgınlıkla şuna benzer sözler söyler:
"Siz hayatta şarkı söylemekten başka bir şey bilmez misiniz?"
Bu sözün, Corelli için hakaret olduğunu sanmaktadır.
Corelli hiç kızmadan bakar ve "Biz çocuk doğduğunda şarkı söyleriz. Eğlenirken şarkı söyleriz. Düğünlerde, bayramlarda şarkı söyleriz. Ölünün arkasından da şarkı söyleriz" der ve devam eder:
"Ben hayatımın her anında şarkı söylemeye değer bir şey bulurum..."
* * *
Yeşil parka, camdan bir fanusun içinde, sıradan bir sandalyenin üzerine asılmış duruyordu.
Yakasında taklit kürkten pelüş vardı.
Sandalyenin arkasında, 35 yıl önce herhangi bir devlet dairesinde rastlayacağınız cinsten bir masa duruyordu.
Üzerinde resmi dosyalar ve iki gazete konmuştu.
Biri Hürriyet, öteki Cumhuriyet.
Her ikisi de aynı tarihi taşıyordu.
5 Mayıs 1972.
Masanın üzerindeki küllükte bir filtreli sigara izmariti.
Camın arkasındaki bu masa, sandalye ve üzerine asılmış yeşil parka, Türk gençlik tarihini anlatan en iyi postmodern enstalasyon olarak orada duruyor.
O günü anlatıyor.
5 Mayıs 1972 gününü.
Yani 24 saat öncesini.
* * *
6 Mayıs 1972 sabahı, Paris’in 17’nci bölgesinde bulunan Dobropol Sokağı’ndaki odamda RTL Radyosu’nun haberiyle uyandım.
Bir gece önce, sabah 3’e kadar Quartier Latin’de bildiri dağıtmış, umutsuz da olsa bir şeyler yapabiliriz diye uğraşmıştım.
Kahve kokusundan önce, ölümün sesi geldi.
Darağacının...
1950’li yıllarda İzmir’in Montrö Meydanı’nda bir katilin asıldığı darağacını seyreden çocuğu, yani kendimi gördüm.
Yıllarca gece uykularımı kaçıran darağacının reçineli kereste kokusunu ilk defa o sabah aldım.
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan asılmışlardı.
Tıraş bile olmadan sokağa fırlamış, köşedeki kafede bir masaya oturmuş ve garsona seslenmiştim:
"Un express et un calvados s’il vous plait..."
O saatte başlamış, devrilinceye kadar içmiştim.
O üç çocuğun ne fikriyle, ne eylemiyle hiç mutabık olmadığım halde, o gün çok ağlamıştım.
Paris muhteşem bir mayısa giriyordu.
Kuzeyli güzel kızlar, sokakları doldurmaya başlamıştı.
Bense, Adnan Menderes’in asıldığı sabahki gibi yine rüyalarıma girecek bir darağacının karşısında sallanıyordum.
Yüzbaşı Corelli’nin o harika sözlerini henüz işitmemiştim.
Artık şarkı söylemeye değer hiçbir anımızın kalmadığına inanıyordum.
Allah’tan ki, hayatın kendi kaideleri var.
Ve Allah’tan ki hayat unutturuyor.
* * *
Dün Bedri Baykam’ın Taksim’de açtığı 1968 sergisini gezdim.
Deniz Gezmiş’in yeşil parkası, hayatımızın bir döneminin ikonası olarak orada duruyordu.
Halit Çelenk’in ailesinin izniyle ilk defa sergileniyormuş.
Bedri Baykam, "Bu parka aslında Sinan Cemgil’inmiş. O yüzden Deniz’in üzerinde küçük duruyor" dedi.
Demek ki o parka, bir ölümden ötekine devredilen bayrak haline gelmiş.
Masanın üzerinde Deniz Gezmiş’in babasına yazdığı son mektup duruyordu.
Mektubun o nahif ve düşük ilk cümlesini okudum:
"Mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum..."
Küllükteki filtresi kalmış izmaritin hikáyesi ise başkaydı.
5 Mayıs günü cezaevinin müdürüne, "Hayatımız boyunca hep filtresiz sigara içtik. Bugün bir tane filtreli yakalım" demiş.
Cam fanusun hemen arkasındaki duvarda ise Ergin Konuksever’in çektiği fotoğraf duruyor.
Yan yana kazılmış üç mezar.
O da aynı tarihi taşıyor.
Üç taze mezar, bir filtreli izmarit, dökülen bir sandalyenin sırtına asılmış yeşil parka, infaz dosyaları...
O gün 5 Mayıs 1972’ydi.
Ankara, darağacı sabahına hazırlanıyordu.
Aynı saatlerde ben Paris’te bildiri dağıtıyordum.
24 saat sonra ise devrilinceye kadar içecek, bütün gün ağlayacaktım.
* * *
Aradan 40 yıl kadar geçti.
Hayat unutturuyor.
Ve artık Yüzbaşı Corelli gibi, hayatımın her anında şarkı söylemeye değer bir şey bulabiliyorum.
(*) Bedri Baykam’ın "68 Mayıs"sergisi bu hafta kapanıyordu. Birlikte gezerken o kadar heyecanlandık ki, 15 gün daha uzatmaya karar verdi. Olağanüstü bir sergi hazırlamış. İçimden, "Keşke imkán olsa da bu sergi bu yılki Frankfurt Kitap Fuarı’na götürülebilse" dedim. Bu yıl Frankfurt Kitap Fuarı’nda Türkiye yılı. 1968 sadece Fransa ve Almanya’da yaşanmadı. Bunu göstermek çok ilginç olurdu. (Piramid Sanat Evi, Feridiye Caddesi, No: 23, Taksim, İstanbul)