Yazı işlerinde ’Ben’ münakaşası

HÜRRİYET yazı işleri masası, dünyanın en eğlenceli yerlerinden biridir.

Bazı köşe yazarlarının zeká yoksunu komplo teorilerinin aksine, bu masada her şey sahicidir.

Birinci sayfa kararları, tahmin edemeyeceğiniz kadar, hatta bir gazeteye bol gelecek kadar demokratik şekilde alınır.

Zaman zaman Başyazarımız Oktay Ekşi’ye takılırım.

Oktay Bey, "Biz" neslinin üyesidir.

Yani, "Ben" diyemeyen yazarlar kuşağındandır.

Kendi düşüncesini anlatırken bile, ismin birinci çoğul halini kullanır ve "Biz" diye söz alır.

Ben de takılırım:

"Oktay Bey, bu fikri kaç kişi birlikte söylüyorsunuz?"

Oktay Bey, sadece kendi adına konuşacağı zaman bile "Ben" diyemez, yerine üç kelimelik bir formül kullanır:

"Bu satırların yazarı."

Oysa, "Ben" üç harflik bir kelimedir.

Ekşi’nin cevabı ise şöyle: "Başyazar sıfatı taşıdığım için böyle yazıyorum. Yoksa, rahatlıkla ben diyebilirim."

* * *

Türk basınında "Ben" diye söz alan ilk yazarlardan biri benim.

Çünkü, köşe yazısı "kişisel" bir üründür.

"Biz" diye başladığınız zaman, "Siz kimsiniz, kaç kişisiniz" sorusunun da cevabını verebilmek gerekir.

1970’li yılların başından itibaren doğan insanlar ise başka bir kişilik atmosferinde yetiştiler.

Bu kuşağın adını ilk defa Amerikalı yazar Tom Wolfe koydu.

"New York" Dergisi’nin 23 Ağustos 1976 günü yayınlanan sayısının kapağının başlığı şuydu:

"The ME decade."

Yani, "Ben 10 yılı."

Aynı dönemde, ben de "Kitlelerin Çözülüşü" kitabını yazıyordum ve kitabın temel tezi şuydu:

"Bireyin yeniden keşfi."

Bütün gençliğim, bireyin, toplumsal bir ideal uğruna kitle içinde eritildiği, ben kelimesinin adaba aykırı hatta suç sayıldığı zihniyetlerin ceberut baskısı altında geçti.

Okuduğum kitaplar, 20’nci yüzyıl tarihi ve yaşadıklarım ise bana şunu öğretti:

"Bireyi kitle içinde eriten düşünce tarzları, ancak faşizmi getirir."

Faşizm deyince aklıma, sadece Hitler, Mussolini ve Stalin gelmez.

Asıl tehlikeli olanın, daha küçük çevrelerde, mesela ailede, cemaatlerde üretilen faşizm olduğunu düşünürüm.

Hele hele kaynağını ilahi bir güçten alan faşizm, benim için en ürkütücüsüdür.

* * *

Hafta sonu, Türkiye’de bu yıl yayınlanan Jean M. Twenge’in, "Ben Nesli" adlı kitabını okudum.

Kitabın yazarı 1971 doğumlu.

Bu neslin en büyük özelliklerinden birinin, "istenen çocuklar" olmalarıdır.

Doğum kontrol araçlarının gelişmesi, birçok ülkede kürtaja izin verilmesi, çocukları ebeveynlerinin kişisel tercihleri olarak dünyaya getiriyor.

Bu da az buz bir özellik değildir.

Whitney Houston’ın "The Greatest Love of All" şarkısının nakaratı şöyle:

"En büyük aşk, insanın kendini sevmesidir."

Benim neslime ise gençlik yıllarında hep bunun tersi aşılandı.

İnsanın kendini sevmesi, kendini düşünmesi çok kötü bir şeydir, sevilecek, tapılacak tek şey "toplumdur" dendi.

Sonuç?..

Mutsuz olduk; dünyanın her tarafında mikro faşizmler yarattık, makro faşizmlerin alelade neferlerine dönüştük.

Bugün geriye baktığım zaman görüyorum ki, hayattaki en büyük şahsi devrimimi, kitlelere sırtımı dönerek, içimdeki bireyi keşfederek ve onu serbest bırakarak yapmışım.

Ama ne yazık ki 1960’lı, 70’li yıllarda, kafalarındaki ideolojik dogmaya iman ederek mikro faşizmi üreten bazı eski solcu tanıdıklarım, aynı şeyi bugün de yapmaya devam ediyorlar.

O gün sosyalist kisve altında yaptıklarını bugün güya "liberal" bir kisve altında yapıyorlar.

Dünyada "demokrasiyi" ve "değişimi" tarif etme yetki ve hakkını sadece kendilerinde görecek kadar müstebitleşmiş vaziyetteler.

En fenası da şu: Böyle bir faşizmi, bize demokrasi adına empoze etmeye çalışıyorlar.

Hayat bana şunu öğretti:

Bireyselliğini keşfedememiş, şahsiyet dediğimiz şeyin narsist hazzını alamamış güya düşünürlerin, demokrasiye yapacak hiçbir katkısı olamaz.

Onların yüzlerine haykırmak istiyorum:

Cemaat liberalizminden demokrasi çıkmaz.

Bu dünyaya, faşizmin kömüründen demokrasi elması çıkaracak bir simyacı gelmedi, gelemez.

* * *

Bunu çok iyi bildikleri halde neden böyle davranıyorlar?

Bazen onlara bakıyorum ve şunu düşünüyorum:

Acaba bu dünyaya, istenmeyen çocuklar olarak gelmenin intikamını mı alıyorlar...



(*) Jean M.Twenge: "Ben Nesli", Türkçesi: Esra Öztürk; Kaknüs Yay. 2009 (Herkese tavsiye ederim. Ancak Psikiyatr Doktor N. Mustafa Merter’in Türkçe baskısına yazdığı önsözdeki görüşlerin bazılarıyla mutabık değilim.)
Yazarın Tüm Yazıları