Paylaş
Aşağıda anlatacaklarım, bunu izleyen 48 saat içinde yaşadıklarımın sansürsüz güncesi.
Sabah saat 06.00’da çok keyifli uyandım.
İki gündür “selfie” kelimesi ile yatıp kalkıyordum.
Bu kelimeyi Mandela’nın cenaze töreni sayesinde öğrenmiştim.
İnsanın, akıllı telefonu ile kendi fotoğrafını çekmesine “selfie” deniyor.
Danimarka Başbakanı, ABD Başkanı Obama ve İngiltere başbakanı ile kendi fotoğrafını çekince, olaysızlıktan kıvranan İngiliz medyası “selfie”nin üzerine atladı.
Yatakta bornozlayım. Yanımda kahvem, modaya uyup ben de bir selfie yapayım dedim.
Kendi fotoğrafımı çektim ve Instagram’a koydum.
SAAT 06.00
Bornozlu fotoğrafımı çektim hayatım karardı
İlk mesaj çok sevdiğim bir arkadaşımdan geldi:
“Çok üzüldüm, feci kötü görünüyorsun...”
Ben ki iflah olmaz narsisist, tabii ki yıkıldım.
Ama asıl darbe biraz sonra Instagram’dan ve herkese açık kanaldan geldi:
“Terminal safhada bir hastaya benziyorsunuz...”
Biraz sonra ortalık yıkılıyor. ..
Allah’ım neler neler yazıyorlar...
“Kart ergin”, “Hastalıklı”, “Ölümünü bekleyen Budist rahip”.
Bir bölümü de beyaz bornozuma takmış.
Bunu hastane kıyafetine benzetmişler. Dünya otel tarihinin en erotik sembollerinden biri olan bornoz efsanesi yıkılıyor.
SAAT 10.00
Yatağımdaki bir damla Chanel 5 beni yatıştırıyor
SAAT 10 olduğunda “selfie” felaketi üzerime çökmüş.
Sırf kendime olan güvenim yerine gelsin diye, bornozu atıp çırılçıplak yatağa giriyorum.
Gazeteyi açıyorum ve karşıma, Chanel 5 parfüm reklamı çıkıyor.
Marilyn Monroe’nun tam sayfa o efsanevi şahane fotoğrafı ve altında, “Geceleri yatakta ne giyersiniz” sorusuna verdiği her erkeği ve kadını mahveden cevap:
“Bir damla Chanel 5...”
Bir kadın ölümünden yarım asır sonra küçücük bir cümle ile insanlık tarihine giriyor...
Bir de benim kanıma... Kim bilir kaçıncı defa...
Yatağın kenarına attığı bornoza bakıyorum, bornoz, bir Atillâ İlhan şiirine dönüşüyor:
“Kime, neye baksam sensin...”
Hatırlamak beni daha fena yapıyor, bu defa unutmak için yeniden “selfie” fotoğrafıma dönüyorum.
Hakaretler hiç olmazsa hüznümü dağıtıyor...
SAAT 14.30
Kırılan gururumu tamir için içmeye başlıyorum
LONDRA’nın en sevdiğim restoranlarından biri olan La Petite Maison’un önündeyim.
Hava soğuk, arkadaşlar içeride masa ayırtmışlar.
Selfie felaketinden kırılan gururum ve “kart ergin” damgasının yarattığı utanç travması yüzünden, dışarıda tek başıma bir Chablis ile içmeye başlıyorum.
İlk 5 dakikada 3 kadeh...
Alkol utancı bastırınca içeri girip gerçekten içmeye başlıyorum.
Önce kendime güvenim, sonra narsisizmim, en sonra da bulunduğum her masaya hâkim olan karizmatik gevezeliğim geliyor.
Bunu da kafama takılan şu sorudan anlıyorum:
“Zenginler paralarını nereye harcarlar?”
Böyle olağanüstü yaratıcı bir gazetecilik zekâsına sahip olduğum için kendimle iftihar ediyorum.
Heyhat... Biraz sonra bu konuyu, sabah okuduğum Times gazetesinden yürüttüğümü hatırlıyorum.
Sorumun ilk cevabını masadaki bir Türk kadın veriyor:
O sabah Londra’da Mayfair’de bir kuaföre gitmiş, eline oje sürmek için 25 pound istemişler.
Merakla “Verdiniz mi” diye soruyorum, “Artık 50 yaşındayım” diyor.
Bu cevabın ne anlama geldiğini sormaya hazırlanırken, başını çevirip öteki yanındaki erkekle konuşmaya başlıyor. Sizce vermiş midir...
SAAT 17.00
Victoria’s Secret’ın önünde Twitter’a yakalanıyorum
BİR tavsiye: Kırılan gururunuzu alkolle tamir etmeye kalktığınızda dikkatli olun, çünkü bu aptal bir cesarete dönüşebiliyor.
Yemekten çıkar çıkmaz kendimi ünlü kadın iç giyimi markası Victoria’s Secret’ın vitrininin önünde buluyorum.
Tahmin edebileceğiniz gibi, harika büstiyerleri ve jartiyerleri görünce, zınk diye takılıp kalıyorum.
İçimdeki iştahlı erkek selfie travmasını atlatmış, tam gaz fotoğraflarını çekiyorum.
Birazdan fark ediyorum ki, ben vitrindekileri çekerken başka insanlar da benim fotoğraflarımı çekiyor.
“Tamam bu akşam şenlik var” diyorum. İçlerinden biri mutlaka Türk’tür ve yarım saat sonra bütün Türkiye Twitter’dan beni konuşuyor olur....
İşte o an, hayranı olduğum anlık zekâm devreye giriyor ve herkesten önce kendim o fotoğrafları Instagram’a koyuyorum...
Anlık zekâm şu hesabı yapıyor: Selfie fotoğrafımı unutturmak ve ötekilerin beni zor durumda bırakmasını önlemek.
Beni ve bu zekâyı yarattığı için bütün insanlık adına, Allah’ıma bir kere daha şükrediyorum.
Ben bunları düşünürken Instagram’da büyük bir tartışma başlıyor.
Hangisi daha seksidir?
Victoia’s Secret mi, Agent Provocateur mü, yoksa La Perla mı...
Benim oyum banko La Perla.
SAAT 18.00
Zenginler parayı nereye harcarlar
MESELA ben...
Her gün sevdiğim kadın için bir şişe Romanee-Conti açarım...
Tabii zengin olsam...
Yine de gönlüm zengin olduğu için her yıl sevdiğim kadına bir şişe La Tache açıyorum.
Tabii zengin var zengin var... Hem gönlü, hem cebi zengin olanı var... Bir de cebi zengin olduğu halde gönlü asgari ücrete tabi yaşayanı...
Londra, ülkenin en zengin reklam şirketi sahiplerinden Saatchi Ailesi’nin karı-koca kavgalarını olağanüstü bir sitcom olarak izliyor.
Adamın karısı eski bir gazeteci.
Zamanında Elton John’un evine aldığı çiçekler için ödediği parayı ortaya çıkarmış.
13 yıl önce 20 aylık bir süre içinde evine ve arkadaşlarına 300 bin pound’luk çiçek almış.
Yani 1 milyon TL’den fazla.
Nigella ve Charles Saatchi, benzer bir sürede evlerine 25 bin pound’luk çiçek almışlar. Yani 100 bin TL’ye yakın, ki, “Zenginler bütün paralarını çiçeğe harcar” dememize mani...
SAAT 18.15
Zengin erkek karısına kaç kaşmir kazak alır
Marilyn Monroe’yu, selfie’yi, bornozu ve Atillâ İlhan’ın şiirini unutmak için araştırmacı gazeteciliğime devam ediyorum.
Charles Saatchi iyi günlerinde güzel karısı düşkün diye ona sık sık kaşmir kazak alırmış.
Fiyatı 2.250 pound. Atla deve değil yani... Ben de alabilirim.
Ama zengin adamın şöyle bir farkı var.
İki ayrı modelin her renginden birer tane alırmış.
Zengin adamın gönül zenginliğini ölçmek için bir toplama yapmak istiyorum ama kaç renk olduğunu bilemediğim için içinden çıkamıyorum.
Renk sayısını biliyorsanız, tanesi 8 bin TL’den siz hesaplayın.
Mahkeme dosyasında beni çok ilgilendiren bir fatura var.
Harrods’un kavından 3.733 pound’luk şarap alırmış.
Bu parayla kaç şişe şarap alındığını bilemediğim için, açtığım La Tache’la bir karşılaştırma yapamıyorum. Ama kadına açılacak şarap konusunda onun gönlünün benimkinin yanında “Homeless” kaldığı kesin.
Harcamalar arasında 28 bin pound’luk konser ve tiyatro faturası var.
En çok ilgimi Glastonbury Festivali için alınan biletler çekti.
SAAT 19.00
Zengin, çocuğunun Japonca hocasına kaç para öder
SCOTT Fitzgerald bir defasında şöyle demişti:
“Sizlere çok zengin insanları anlatayım. Onlar sizden ve benden farklıdırlar...”
Devam etmiş:
“Farklıdırlar, çünkü bizden daha çok paraları vardır...”
O nedenle bazıları paralarını bizden farklı harcarlar.
İngiltere’de artık evinde bir Damien Hirst eseri olmayan zengine kimse saygı göstermiyor.
Özellikle sonradan görmeler ve yeni zenginler için kulübe kabul edilme şartı bu.
Ötekilere gelince...
Seyahate giden bir İngiliz zengini, her çocuğu için en az 5 ayrı dalda eğitmen tutuyormuş.
Mandarin veya Japonca, tenis, satranç, yoga...
Hocanın saat başı ücreti 1.500 pound’u buluyormuş.
Mesela Gwyneth Paltrow çocuğuna Japonca ve satranç dersi aldırmak için yılda 62 bin pound ödemiş (180 bin TL kadar).
SAAT 19.43
Alkolün etkisi geçiyor tekrar bornozu giyiyorum
ALKOLÜN etkisi geçince “selfie” kâbusu tekrar dönüyor.
Fotoğrafta hastalıklı göründüğüme kendim de inanmaya başlıyorum.
Otelde tekrar bornozu giyip beklemeye başlıyorum.....
Neyi mi... Namusumu, itibarımı, karizmamı, yıllarca uğraşıp didinip bir abide gibi diktiğim egomu ve narsisizmimi..
Neyle mi...
Bir damla Chanel 5...
Acele etmeyin onu da yarın anlatacağım...
Yine sansürsüz...
Paylaş