Paylaş
Orada bir gazeteci sormuş: “Siz burada neyin peşindesiniz?”
Yabancı gazeteci bu soruyu sorunca Francesca da ona bir başka soruyla cevap vermiş:
“Benim için burada bulduğumuz en önemli şey ne biliyor musunuz?”
Gazeteci merakla bakınca devam etmiş:
“Tohum. Evet kazı sırasında bulduğumuz en önemli şey tohumdu. Bir oda dolusu tohum bulduk. Çünkü en geç tabakalarda çalışıyoruz. O dönemde insanlar ne yiyor biliyoruz ama emin değildik. Çoğu buğday ama başka çok ince tohumlar da var. Seneye botanik antropologları bakacak ve ne yediklerine karar vereceğiz.”
‘Aslan’ın altındaki dünyaya yolculuğumuzun ikinci günü bu tohumların sırrıyla başlıyor.
Çünkü bu tohumlar daha şimdiden bize çok çarpıcı bir tarihi gerçeği anlatıyor.
1) BU ŞEHRE VE SARAYA GİREN İNSANIN ÖMRÜ UZADI MI
İNSANOĞLUNUN tarihine bakınca şunu görüyoruz. Toplumlar geliştikçe insan ömrü de uzuyor.
Ancak Arslantepe’de farklı bir durum var.
Arslantepe’de ilk sarayı kuran, yerleşik düzene geçen insanın ömrü uzamamış, tam aksine kısalmış. İşte bunda depoda bulunan tohumların etkisi var.
Bu hikayeyi Francesca’dan dinliyoruz:
“İnsanoğlu avcı toplayıcı dönemdeyken üç avantajı vardı. Bir kere av peşinde koşuyordu. Yani daha hareketliydi. Yerleşik düzene geçince, saraya yerleşince daha az hareket eder oldu.
İkincisi, avcılık döneminde et yiyordu. Yani protein alıyordu. Burada ise tarım başladı. Depodaki buğday temel gıda maddesi oldu. Yani karbonhidrat. Yani şeker. Bu da ilk aşamada insanın ömrünü kısalttı. Ömrünün kısalmasında bir etken daha var.”
Birbirine yakınlaşan insan aynı zamanda salgın hastalıklara da davet çıkarıyordu.
Ve hastalıkların yayılmasına yardım edecek canlılar da artık hazırdı.
Fareler ve yarasalar...
Arkeologlar her yaz 2 ay çalışıyor. Böyle binlerce kalıntı bulunuyor. Sonra bunların restorasyonu başlıyor.
2) ARSLANTEPE FARELERİ SARAYI BASIYOR VE HİKÂYE DEĞİŞİYOR
ARSLANTEPE kazılarında MÖ 3600 yılına gelindiğinde, arkeologların karşısına ilginç bir iskelet çıktı. Kral mezarları, insan kalıntıları üzerinde çalışmaya alışmış arkeologlar için belki ilk bakışta ilginç bir iskelet değildi bu.
Ancak arkeoloji bilimi sadece çanak, çömlek, duvar, heykel ve silah beşgeninden çıkıp, aynı zamanda bir hayat tarzı ve insan hikâyesi mesleği haline gelince, o iskeletin anlamı da insanınki kadar büyüdü.
Bulunan bir fare iskeletiydi.
Sonra birçok başka fare iskeleti bulundu. Francesca bunu şöyle anlatıyor:
“İnsan avcı toplayıcı hayat biçiminden buradaki gibi yerleşik hayata geçince birçok şey değişti. İnsanlarla birlikte hayvanlar da yerleşik düzene geçti.
Evcil hayvanlar ortaya çıktı.”
Tabii doğada vahşi halde bulunan fareler de insanla birlikte bu evlere yerleşti. Yani şehirlerin sakini haline geldi.
Bu arada, sırada bir başka iskelet daha vardı.
3) SARAYDAKİ YARASA KEMİKLERİ COVID-19’UN TARİHİNİ Mİ ANLATIYOR
ARSLANTEPE’de fare iskeletinden sonra arkeologların alışık olmadığı bir iskelet daha bulundu.
Bu iskelet bir yarasaya aitti.
Demek ki farelerle birlikte yarasalar da yerleşim yerlerine inmişti. İşte bu noktada tıp arkeolojisi devreye giriyor.
Acaba fare ve yarasanın da yerleşik düzene geçmesi, daha sonraki yıllarda insana musallat olacak veba ve bugünkü COVID-19 virüslerinin de yerleşik düzene geçip insan kalabalığına karışmasına mı yol açmıştı...
Muhtemelen öyle.
Arkeolojik iskelet yolculuğumuz şimdi insan iskeletleriyle devam edecek.
4) EVİN ALTINDAKİ ÇANAK TABUTTA YATAN ÇOCUK İSKELETİ KONUŞUYOR
BU yazki kazıda bulunan en önemli bulgulardan biri büyük bir çanak içindeki çocuk iskeletiydi. Bir süre sonra bir başka yerde yine bir çocuk iskeleti bulundu.
Bunlar MÖ 3600 yılına ait iskeletlerdi. Her ikisi de mezara cenin şeklinde konmuştu. Yani bacakları karnına çekilmiş, başı da karnına doğru eğilmişti. Ana rahminde yatıyor gibiydiler.
Asıl ilginç olanı toprak çanak şeklindeki bu tabutlar içinde yatan çocukların evlerin altında gömülü olmasıydı.
Çocuklar neden evin altına gömülmüştü? Francesca anlatıyor: “Çünkü o dönem toplumunda çocuk belli bir yaşa kadar ailenin mülkiyetinde görünüyor. Ondan sonra toplumun üyesi oluyor. Dolayısıyla çocuk çok küçük ölürse, ailenin yaşadığı evin altına gömülüyor. Ergen hale geldikten sonra ölürse ortak mezarlığa gömülüyor.”
5) BU ÇOCUKLAR KIZ MIYDI ERKEK Mİ, NİYE BİLİNEMİYOR
“NE yazık ki iskelete bakıp cinsiyetini tespit etmek mümkün değil. Çünkü erkek ve kız çocuğunun kemik yapısı 13-14 yaşına kadar farklılaşmıyor, birbirine çok yakın gidiyor. Kız çocuğunun leğen kemiklerinin doğuma uygun hale gelmeye başlaması daha sonraki yıllarda belli oluyor.”
Bize aile hayatı hakkında ilk bilgileri veren bu iki küçük çocuğun iskeleti şimdilik bir depoya kondu. Seneye antropolog gelecek. DNA testleri yapılacak. Ve o çocuklar bize belki de başka hikâyeler de anlatacak. Arslantepe’nin çocuk hikâyesi burada bitmiyor. Bu yazki kazılarda çok şaşırtıcı bir şeyler daha bulundu.
6) O KADAR KÜÇÜK ALANDA ÇOK SAYIDA FETÜS KALINTISI BULUNDU
FRANCESCA ile küçük çocuğun gömülü olduğu toprak çanağın önünde konuşmaya devam ediyoruz. Bana bugüne kadar hiçbir arkeolojik kazıda duymadığım çok ilginç bir bilgi veriyor. Kazı yapılan alanda çok sayıda fetüs kalıntısı bulmuşlar.Yani doğmadan ölmüş çocuklar. “Annenin rahminde mi kalmış, yoksa düşük mü?” diye soruyorum. Düşük fetüslermiş.
Niye bu kadar çok fetüs var, onlar da bu sorunun cevabını henüz bilmiyorlar. Bugüne kadar korku filmlerinde veya 19’uncu yüzyıldan kalkmış tıp laboratuvarlarında özel ilaçla dolu kavanozlarda görmeye alıştığımız fetüsün MÖ 3600’de bir yerleşim yerinde bulunması çok ilginç. Arslantepe’nin sessiz fetüsleri de konuşmak için antropologları bekliyor. Bu noktadan itibaren o çocukları doğuran kadınların dünyasına geçiyoruz. Orada da çok ilginç bir hikâye var.
MeToo ARKEOLOJİSİ
7) KADINA KARŞI ŞİDDET ARSLANTEPE’DE Mİ DOĞDU
İKİ yıl önce MeToo hareketi başladığında Francesca ve ekibi Arslantepe’de kazmaya devam ediyorlardı. Tabii ki MeToo hareketinin ayak sesleri buralara kadar ulaşmıştı. Arslantepe’nin her gün biraz daha ayağa kalkan duvarları bize kadınlar hakkında da çok farklı ve bizi şaşırtacak hikâyeler anlatmaya başlıyordu.
İnsanoğlunun avcı-toplayıcı toplumdan yerleşik düzene geçmesi, aslında gelişmenin en önemli aşamalarından biri kabul ediliyordu. Gerçekten öyle mi?
Francesca’ya soruyorum: Kadın, avcı-toplayıcı dönemde mi daha eşitlikçi ve güçlüydü, yerleşik düzene geçip evde oturmaya başlayınca mı... “Kadın, yerleşik düzende erkeğe daha bağımlı hale geldi. Bu da kadını erkek karşısında güçsüzleştirdi. Bugün bildiğimiz manadaki erkek egemen toplumun başlaması da bu aşamadadır.”
O söylemedi ama benim yorumum şu: Kadına karşı ilk şiddet hareketleri belki de bu geçişle başladı.
8) ‘ALDATMA’ NE ZAMAN BAŞLADI DAĞDA MI, ARSLANTEPE’DE Mİ
GEZİNİN sonuna doğru geliyorduk. Kafamdaki son hınzırca soruyu şöyle sordum: “Peki kadın-erkek ilişkilerinde ‘aldatma’ dediğimiz olay ne zaman başladı?”
Francesca müstehzi bir ifade ile “İsterseniz sorunuza tersine çevirip cevap vereyim, daha kolay anlaşılır” deyip devam ediyor: “Bu sorunun cevabı ‘Aile ne zaman başladı?’ sorusundan sonra alınabilir. Aile hiç şüphesiz yerleşik düzene geçişle ortaya çıktı. Aile olunca ‘aldatma’ kavramı da ortaya çıktı.”
Arslantepe’nin iskeletler ve kadınlar dünyasına yolculuğumuz burada sona eriyor. ‘Aslan’ın altındaki bu dünyanın bize daha anlatacak çok hikâyesi var.
SON
TEŞEKKÜR
Bana yaptığı yardımlardan dolayı, şehrini büyük sevgi ve tutkuyla anlatan Malatya Belediye Başkanı Selahattin Gürkan’a;
Kazı Heyeti’nin mükemmel Türkçe konuşan sempatik, hikâyesini tutkuyla anlatmayı çok iyi bilen başkanı Francesca Balossi Restelli’ye;
O gün bize her türlü misafirperverliği gösteren Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine, kazı görevlilerine, belediye çalışanlarına çok teşekkür ederim. Bu yazı onlar sayesinde ortaya çıktı.
Paylaş