Yan masa da düştü

YAN masadan uzanmış bir kulağın, hayatımızdan neler götürdüğünü hiç düşündünüz mü?

Düşünün, Boğaz’ın kıyısında bir balıkçı restoranındasınız.

Yorgun ve stresli bir gün daha geçmiş.

Kravat gevşetilmiş veya atılmış, karnınızı içine çekerek dolaşmak zarureti kalmamış.

Karşınızda sevdiğiniz bir arkadaşınız.

Veya eşiniz veya sevgiliniz.

Beyaz peynir, közde patlıcan, lakerda geldi gelecek.

Onu ara sıcaklar izleyecek.

Kalamarın kokusu kendinden önce sizi mest edecek.

Boğaz güzel bir akşama dalacak.

İstediğiniz gibi konuşuyorsunuz.

Kral sizsiniz. Tebaa da sizsiniz.

Fıkradaki tavşan gibi, iki kadeh atıp, abuk sabuk konuşma hakkınız da var.

Ki o hak, karnını içine çekme ihtiyacının olmadığı anlarda, yani eşref saatinde, insanın en komik, ama en keyifli halidir.

Hiçbir elin ağzınızı tıkamasına izin vermezsiniz.

Sansür ve makas kelimelerini sözlüğünüzden çıkarıp attığınız bir saattesinizdir.

Karşınızda güvendiğiniz bir arkadaşınız, konuşuyorsunuz.

Yani tetikte değilsiniz.

* * *

Oysa nasıl da aldanmışsınız.

Yan masada vahşi bir predator, uzun kulağını size dikmiş.

Dikmiş de ne kelime, masanızın ortasına edepsizce sermiş, sizi dikizliyor, röntgenliyor.

Ahlaksız deseniz yanında melek kalacak.

Terbiyesiz deseniz, hafifletici neden sanacak.

O güzel, savunmasız, tetiksiz halinizin içine eden bir şahsı tasvir edecek kelimeyi bulmak mümkün değil, icat etmek gerekir.

O müzevir kulağın yalapşap dinleyip kendi meşrebine uygun biçimde tercüme ettiği sözleri üç gün sonra ülkenizin Başbakan’ının ağzına pelesenk olmuş görünce ne hissedersiniz?

"Yerin kulağı varmış" deyip geçebilir misiniz?

Geçemezsiniz, geçmemelisiniz.

Neden mi? Hani, "karnınızı içine çekme ihtiyacı duymadan gezebilme" keyfinden söz ettim ya, işte ondan.

* * *

Şu ülkeye bakın.

Artık kimse telefonda rahat konuşamıyor.

Ahize adeta düşmanımız haline gelmiş.

Biliyorsunuz, eminsiniz, bir başka uzunkulak ahizenin öteki tarafından dalga geçiyor.

Oysa o telefon bir zamanlar size ne kadar dosttu.

En mutlu ve en mutsuz anlarınızda sizin en iyi doktorunuz, psikoloğunuz, terapistinizdi.

Elinizden aldılar.

Artık nöbetçi bir terapistiniz yok.

Telefon dediğiniz şey dost değil, en azılı düşmanınız.

Orada, köşebaşında sizi pusuya düşürmek isteyen hasmınız bekliyor.

Bir yerden, tepelerde bir yerden, "Merak etme ben buradayım" diyen güvenli bir ses bekliyorsunuz.

Oysa oradan, "Ayağını denk al, yerin kulağı var" tehdidi geliyor.

O muhitten de kaçmış, zehirli bir sarmaşığa dönüşmüş ahizeyi elinizden atmışsınız.

Kendinize, emin, karnınızı içeri çekmeden volta atacağınız bir yer arıyorsunuz.

Kala kala güzel bir Boğaz akşamında, bir balıkçı restoranının dört kişilik masası kalmış.

İki tek atacak, iki çift laf edeceksiniz.

Kızdıklarınıza kızacak, sevdiklerinize ise avaz avaz bağıracaksınız.

Yan masalardan duyulsa ne olur?

Öyle ya, yan masalarda da ahize mağdurları, telefon muhacirleri, panik ataklarından mustarip insanlar oturmuyor mu?

Ah, nasıl da yanıldınız.

Nasıl da enayi, saftoriksiniz.

Artık yan masa da düştü.

Orası da uzunkulağın işgalinde.

Evet, edepsiz bir uzunkulak hayatımızın son keyif kalesini de fethetti...

Artık her saniye karnınızı içine çekerek gezeceksiniz.
Yazarın Tüm Yazıları