DÜN Yazıişleri toplantısında arkadaşlara dedim ki: Gazeteye şöyle bir manşet atalım; "Bırakın şamatayı, hepimiz O’ndan geldik."
Tepeye de ’soyağacı’ diye arabaşlık atıp, bir ağaç resmi koyalım ve üzerine de bir maymun yerleştirelim...
Neticede Darwin teorisine göre hepimiz ondan gelmedik mi?
Veya Adem ile Havva deyin...
Ne farkeder...
* * *
’Velev ki’ bağlacı, eğer bir işe yarıyorsa, işte yeri tam burasıdır.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den "Velev ki" diye başlayan bir açıklama beklerdim.
Yani kökeninde "Ermeni" bulunmadığını açıklamak yerine, şöyle bir cümle:
"Velev ki ailemde bir Ermeni var. Ne olur?"
Ben her defasında böyle yapıyorum.
* * *
Bundan 15 yıl kadar önce bir başbakanın eşi, Aydın Bey’e şöyle bir değerlendirme yapmıştı:
"Türk basınının üç büyük gazetesinin başındaki genel yayın yönetmenlerinin üçünün de Kürt kökenli olması dikkatinizi çekti mi?"
Kastettiği üç genel yayın yönetmeni ben, Sabah’ın o günkü genel yayın yönetmeni Zafer Mutlu ve Milliyet’in o günkü genel yayın yönetmeni rahmetli Ufuk Güldemir’di.
Böyle bir soru sorulsa cevabım her zaman aynıdır:
"Velev ki öyle, ne olur?"
Daha sonraki yıllarda bu defa Yalçın Küçük, ailemin kalıntıları üzerinde arkeolojik bir kazı yaparak, Yahudi bir geçmişim olduğunu iddia etti.
Ona da "Velev ki" diye başlayan bir cevap verdim.
İleride kökenlerimde başka aidiyetlerden söz edilirse, bugün burada hepsine toptan bir cevap veriyorum.
"Velev ki ailemde bir Ermeni vardı. İftihar ederim."
"Velev ki ailemde bir Yahudi vardı. İftihar ederim."
"Velev ki ailemde bir Rum var, Bulgar, Çingene, Rus var. İftihar ederim."
"Velev ki ailemde bir Kürt var. İftihar ederim."
Altına yeryüzünde yaşayan bütün ırkları koyup adımın hizasına yazın ve cümlenin sonuna "İftihar ederim" ibaresini ekleyin. İmzamı atarım.
* * *
Peki ailemde gerçekten herhangi biri var mı?
Bunu araştırmayı da zül addederim.
Bu kadar açık.
Ya Türklüğüm?
Onunla iftihar ettiğimi, binlerce defa yazdım.
Darısı, ailesinde Türk olduğu için gurur duyamayanların başına.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’ndan da işte böyle bir cevap beklerdim.
O kökenlerindeki "Müslüman" ve "Türk" genleri ispat etmeyi tercih etti.
Hepimizin yapması gereken şey, işte bu "paradigmayı kırmaktır".
Yani insanları, Türk kökenlerini savunmak zorunda bırakan bu psikolojiyi kırmamız gerekir.
Doğrusu Cumhurbaşkanı’nı fazla eleştiremiyorum, çünkü onu savunmaya çeken bu psikolojiyi de çok iyi biliyorum ve anlıyorum.
Yine de Yahudi vatandaşlarımızın "Hanuka Bayramı"nı,adını koyarak kutlayan Cumhurbaşkanı’ndan, farklı bir cevap beklerdim.
Bana göre Arıtman’ın "saldırısı" ile Cumhurbaşkanı’nın "savunması"nındayandıkları zihniyet farklı değil.
İşte imzacılara itirazım tam bu noktada.
Hiç kuşkusuz böyle bir kampanya başlatmak da, ona imza atmak da en doğal demokratik haktır.
Ama kampanyayı eleştirmek de o kadar demokratik haktır.
Diyeceğim, ne kampanyaya imza atanlara "hain" demek, ne de eleştirenleri hemen "kafatasçı" sınıfına sokmak doğrudur.
Kendi payıma, bu kampanyayı, bazı aydınların "egoistçe" bir hareketi olarak görüyorum.
Daha da ileri giderek diyorum ki; amaçları özür falan dilemek değil, sadece kendi küçük dünyalarındaki aydın iktidarlarını biraz daha pekiştirmektir.
Çünkü bu kampanya, Türkler ile Ermenilerin yakınlaşmasına asla hizmet etmiyor.
Tam aksine, Cumhurbaşkanı’nı bile çaresiz bir psikolojiye itiyor.
Hangi Cumhurbaşkanı’nı?
Kendi açısından büyük siyasi risk alarak Ermenistan’a giden, ilişkileri yumuşatmak için paradigma kırmayı göze alan Cumhurbaşkanı’nı.
* * *
Hürriyet bu ziyarete en büyük desteği veren gazetelerin başında geliyordu.
Bana göre imza kampanyası, o ziyaretin etkisini azaltmış, birçok Türk’ü, Cumhurbaşkanı gibi savunma pozisyonuna çekmiştir.
Türkiye’de ve Ermenistan’da bu ziyaretle birlikte karşılıklı olumlu bir hava doğmuşken, özürcüler bu sürece zarar verdi.
Neticede, Ermenilerle ilişkilerin tekeli, yine o bir avuç egoist aydına kalmıştır.