Paylaş
Burası New York’un Manhattan bölgesindeki en büyük cami. Adı “New York İslami Kültür Merkezi”.
11 Eylül saldırısının 10’uncu yıl anmalarına 48 saat kala buradaki son cuma namazını görmek istiyorum.
Kapıdan her tür insan giriyor. Takım elbiseli olanlar var. Tipik Amerikan işçi kıyafetiyle gelenler de.
Hatta Arap kefiyesiyle bile gelenleri görüyorum.
Camide çok sayıda kadın da var.
GÖREVLİ, ‘KİMLİĞİME İYİ BAKIN’ DİYOR
Kapıdan girerken iyi giyimli biri bizi karşılıyor ve cebinden çıkardığı kimlik kartını gösteriyor.
Kartta polis amblemini görünce ilgilenmiyorum. İngilizce “Ama kartıma iyi bakmadınız” diyor.
Dikkatle bakınca orada bir Türk isminin yazılı olduğunu görüyorum.
Adı “Erhan Yıldırım”.
New York Polis Müdürü’nün “Müslüman cemaat kordinatörüymüş.”
Çok iyi bir İngilizce konuşuyor. Sonra dönüp yanımdaki Alman fotoğrafçıyla Almanca ile konuşmaya başlıyor.
Frankfurt’ta doğmuş. Türkiye’de üniversiteyi kazanamayınca New York’a gelmiş ve şimdi polisin, buradaki Müslüman toplumla ilişkilerini yürütüyormuş.
YAHUDİ CEMAATİNİN ÖNDE GELENLERİ CUMA NAMAZINDA
Bu caminin yapımında rahmetli Turgut Özal’ın çok katkısı olmuş. Bir anlamda inşasına o öncülük etmiş.
Binada kullanılan mermerler Türkiye’den gelmiş.
Camiden içeri girdiğimizde, Endonezyalı imam cuma hutbesine başlamıştı.
İngilizce konuşuyordu.
Arka taraftaki duvarın önüne bir dizi sandalye konmuştu. Bu sandalyelerde koyu renk takım elbiseli insanlar oturuyordu.
“Kim bunlar” deyince, “Erhan Yıldırım” beni şaşırtan bir cevap verdi:
“New York’taki Yahudi dernekleri liginin önde gelen yöneticileri.”
Onların yanına oturuyorum. Sol tarafımda ise bir başka ilginç kişi var: New York Times gazetesinin “İnanç editörü.”
O da 10’uncu yıl kutlamalarından hemen önceki bu son cuma namazını izlemeye gelmiş.
İMAMA SORDUM: HUTBEYİ ÖNCEDEN BİLDİRDİNİZ Mİ
Namazdan sonra kalkıp caminin Endonezyalı imamı Şemsi Ali’nin yanına gidip kendisini kutluyorlar. Yanlarında bir de Hıristiyan cemaatinin temsilcisi var.
Yahudi cemaatinin temsilcisi bana “Bizim burada Müslüman toplumla ilişkilerimiz çok iyidir” diyor.
İmam Şemsi Ali’nin bu çok özel cuma namazında neler söyleyeceğini merak ediyordum.
“11 Eylül saldırısı sadece Hıristiyanları vurmadı. Amerikalı Müslümanları da vurdu.”
Sonraki sözleri, bütün dünyada teröre karşı bütün Müslümanların duygularını dile getiriyordu.
İslam, terörle özdeşleştirilmekten çok rahatsızdı. 11 Eylül saldırısından sonra Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde yükselen “İslamofobi’yi önlemek için, kendimizi daha iyi anlatmalıyız” diyordu.
Sonra “şeriat” kavramının Hıristiyan toplumlarında yanlış anlaşıldığını belirterek, “şeriatın” neler olduğunu anlattı.
Mesela şunu söyledi:
“Şeriat komşunuzu sevmektir. Hıristiyan olsun, Yahudi olsun, Budist olsun, komşunuzla iyi geçinmektir.”
Çıkışta imama merak ettiğim bir şeyi soruyorum: “Cuma hutbenizi daha önceden Amerikalı yetkililere bildirdiniz mi?”
“Hayır. Zaten metni bile yok. Bu sabah düşündüklerimi küçük bir kâğıda yazdım ve çıkıp konuştum.”
7 No’lu binanın 28’inci katında neler gördüm
DÜN saat 11.00...
Bugün anma töreninin yapılacağı Ground Zero’da yeni inşa edilen binalardan birinin 28’inci katındayım.
Binanın adı “7 World Trade Center.”
Bu bina, Dünya Ticaret Merkezi’nin yeni sembolü haline gelen en büyük binanın hemen yanında. Gördüğünüz fotoğrafı işte orada çektirdim.
Hemen yan tarafımda, o anıtsal yeni bina yükseliyor. 2013 yılında tamamlanacak. Aşağıda ise saldırıda yıkılan iki binanın yerine yapılan anma havuzları görünüyor.
Onun biraz ötesinde ise “Anma müzesi” var.
Havuzlar yukardan bakılınca, dev birer “Karadelik” gibi görünüyor. Terörün bütün dünyanın zihninde açtığı kapkara birer delik.
Sadece o 2 delik bile, teröre karşı hep birlikte mücadele etmemizin ne kadar önemli olduğunu anlatıyor.
PİYANO VE RESİM SERGİSİ
Henüz inşa halinde. Bugün burada da bir anma töreni düzenlenecek.
Onun için henüz inşa halindeki binanın 28’inci katına bir piyano konmuş. Onun tam karşısında bir kürsü ve arkasına Amerikan bayrağı konmuş.
Aynı katta ayrıca bir de resim sergisi var. “Marcus Robinson” isimli bir ressam, Ground Zero’daki çalışmaların son 5 yılını hem tablo haline getirmiş hem de filmini çekmiş. Katın her tarafına yerleştirilen tablolar, buraya bir modern sanat müzesi havası vermiş.
Almanya’nın en büyük gazetesi “Bild” 40 kişilik bir ekiple New York’a gelmiş ve gazeteyi burada hazırlıyor.
Orada bir grup fotoğrafı çektiriyoruz. Ben de izlenimlerimi, pazartesi günkü Bild gazetesinde yazacağım.
İNSANLARA PARA ÖDETİLİR Mİ
Yıkılan binaların bıraktığı iki boşluğa iki dev havuz inşa edilmiş. 10 metre yüksekliğindeki 4 duvarından, şelale şeklinde sular akıyor. Bu sular, havuzun ortasındaki büyük bir delikten kayboluyor.
Duvarların üst kısmına ise saldırıda ölenlerin isimleri yazılmış. Etrafına da meşe ağaçları dikilmiş.
Bu anma bölgesinin yapımını bir vakıf yüklenmiş. Vakıf bugüne kadar 412 milyon dolar bağış toplamış. 17 milyon dolara daha ihtiyaçları varmış. Ancak bölgenin altyapısının inşaatını yüklenen New York Özel Yönetimi, vakıftan altyapı harcamalarına katkı payı olarak 150 milyon dolar para istiyormuş.
Ancak en çok tartışılan konu, ziyaretçilerin bu bölüme ve müzeye girerken para ödeyip ödemeyecekleri.
Bölgenin bakımı ve işletmesi için yılda 55 milyon dolara ihtiyaç var. Vakıfın bir bölümü, “Havuz kısmına giriş bedava olsun, ancak müzeye girerken para alalım” diyor ancak öteki bölümü ise “Amerikan tarihinin bu en trajik olayını anlatan müzeye girişte insanlardan para alınamaz” diyor.
O nedenle Amerikan hükümetinin bunu bütçeden karşılamasını istiyor.
ABD’li gazeteci kanımı donduran bir soru soruyor
ÖNCEKİ akşam bir yemekte “Wall Street Journal” gazetesinin iki genel yayın yönetmen yardımcısıyla birlikteydim. James Pensiero, 11 Eylül 2001 günü o an bürosundaymış. Wall Street Journal’ın binası, yıkılan İkiz Kuleler’e çok yakındı. “Önce bomba sandık” diyor ve devam ediyor: “Ancak pencereden bakınca tuhaf bir durumla karşılaştım. Bomba olsa, binanın camları dışarı doğru patlardı. Oysa burada içeri girmişti.”
İkiz Kuleler’den dumanlar yükselirken binayı boşaltma talimatı gelmiş. “O an patronumu gördüm; bana, ‘Hemen binayı terk et, karşıya New Jersey’e geç ve gazeteyi hazırlamanın yolunu ara’ dedi.” Bir kadın çalışanla birlikte binayı terk etmişler.
“Dışarı çıktığımda, kuleler duman içindeydi. Bir kişinin camdan kendini attığını gördüm” diyor ve masada hepimizi allak bullak eden bir soru soruyor:
“O an düşündüm. Bir insan o binadan atlayınca kesinlikle öleceğini bilir. Acaba o an nasıl bir iç hesap yapmıştır?”
Bizi beklemeden cevabını kendi veriyor: “Herhalde iki ölümden birini tercih etme kararıdır bu.”
911 acil yardım hattındaki itfaiyecinin dramı
BURADA bütün medyanın neredeyse tek gündemi “10’uncu yıl anma” töreni. Özellikle Wall Street Journal, çok güzel bir yayın yapıyor. New York Times ve Wall Street Journal’i okurken internet çağında gazeteciliğin nereye doğru gitmesi gerektiğini de görüyorum. Gazetelerde tam sayfa ilanlar yayımlanıyor. Mesela “Mars and McLennon” şirketi, olayda kaybettiği 370 çalışanını, adlarını yazdırdığı tam sayfa bir ilanla anıyor. Ama insanlar en çok, o günlerde hayatını kaybeden itfaiyecilerini konuşuyor. Tam 343 insan. Bu trajik olayın en şanssız kişilerinden biri de yaşayan bir insan. O gün New York İtfaiye Departmanı’nı 911 acil yardım telefonunun başında oturan “John Lingsey”, olayın etkisini hâlâ yaşıyor.
“Aldığım yardım çağrılarından sonra birçok itfaiyeci arkadaşımı o binalara ben gönderdim. Yani ölüme. Bunun vicdan azabını 10 yıldır atamıyorum” diyor.
Emeklilik maaşının yüzde 60’ını kaybetme pahasına erken emekliliğini istemiş. “Onca arkadaşımı ölüme gönderdikten sonra bugün çıkıp, ‘Ben sadece görevimi yaptım’ demenin hiçbir manası yok” diyor. Peki bugün anma törenlerine katılacak mı?
Hüzünlü bir cevap veriyor:
“Hayır çocuklarımı ve torunlarımı alıp bu şehirden kaçacağım.”
11 Eylül saldırısı geride sadece ölen insanlar değil, işte böyle buruk yürekler, yaşayan ölüler de bıraktı.
O çantayı görünce beyninizde korku patlıyor
TELEVİZYONDA bir reklam.. Adamın biri elinde bir çantayla metroya biniyor ve koltuğa oturuyor. İkinci sahnede onun sadece ayaklarını görüyoruz. Elindeki çantayı, oturduğu yerin altına bırakıp, bir sonraki istasyonda iniyor.
Daha ikinci kareden itibaren tüylerinizi ürperten olayı hayal ediyorsunuz. Terörist bombayı bırakıp iniyor. O sırada ekrana bir yazı bindiriliyor: “Eğer gördüyseniz, söyleyin.”
Bugün, tarihinin en trajik olaylarından birini anmakta olan Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamanın nasıl bir şey olduğunu bundan güzel ne anlatabilir ki? Tüyler ürperten bir hayal. Ama aynı şeyler bizler, özellikle de Türkler için de geçerli değil mi? İkiz Kuleler saldırısının 10’uncu yılında artık hepimiz biliyoruz ki terör denen bu bela hepimizin en ortak sorunu. Sorun ortaksa, çözümü de mutlaka ortak olabilir. 10’uncu yılın bütün dünyaya anlatması gereken tek mesaj belki de budur.
Paylaş