Paylaş
IMF Başkan Yardımcısı Stanley Fischer'in dün Türkiye ile ilgili sözlerinin bugün Türkiye'deki yankılarını görür gibiyim. Özellikle de, otuz yıldır üzerimizden kalkmayan o ağır ‘‘karamsarlar korosu’’nun sözlerini, daha işitmeden size aynen aktarabilirim.
‘‘Abartıyorlar.’’
‘‘İşlerine öyle geldiği için böyle söylüyorlar. Memleket batıyor.’’
BIKTIRAN SENFONİ
Türkiye'nin yaptığı her işe, attığı her adıma nakıs duygularla yaklaşanlar, daha doğrusu yaklaşmamakta inat edenler, bıktıran senfonilerine devam edecekler.
Onlara göre, bu ülkede hiçbir şey iyi gitmiyor.
Onlara göre bu ülke, her gün biraz daha batağa gidiyor. Onlara göre bu ülke, yaşanacak bir memleket olmaktan çıkıyor.
Ben bunlara bir şey diyemiyorum.
Çünkü analarından, karamsar genlerle, mutsuz kromozomlarla, hım hım DNA'larla doğanların genetik şifrelerini değiştirmek mümkün değil.
Onlara söyleyecek tek söz var.
Sen karamsarsın, karamsar kal arkadaş...
Gözlerinin üzerine gönüllü olarak kapkara bir lens takanların dünyayı açık renk görmeleri mümkün değildir.
Onlar, siyah lens takmayan herkesi, kendi iptidai diyalektik yorumları ile pembe lens takıyor diye suçlayacaklar, yerden yere vuracaklar.
Ne yapalım, onlar böyle...
Ama bu ülkede acayip gelişmeler, başkalarının anlayamayacağı şeyler oluyor.
Onlar küçümsese de, ti'yle alsa da, anlamazlıktan gelse de bir şeyler oluyor.
Hem de bugün değil, 20-30 yıldan beri oluyor.
KALIN DEMİRPERDE
Bu ülke, 15 yıldan beri Güneydoğu'sunda inanılmaz bir savaşı başarıyla sürdürüyor.
Ama aynı zamanda, büyüme hızını yüzde 8'lerde, yüzde 10'larda tutmayı başarıyor.
Bir zamanlar ekonomik ve fikir sınırlarına, dünyanın en kalın demirperdelerini çekmiş olan bu ülke, şimdi dünyanın en açık toplumlarından biri haline geliyor.
Dünyanın en pahalı filmleri, Avrupa'dan önce bu ülkenin büyük şehirlerinde vizyona çıkıyor.
BENİ ŞAŞIRTMIYOR
Deep Purple gibi rock dünyasının en ağır toplarından birisi, dünya turunu İstanbul'da başlatıyor.
İki akşam üst üste, inanamadığı bir seyirci ile karşı karşıya kalıyor.
Aynı sahneye ertesi gün, bu defa bir Türk, Haluk Levent çıkıyor.
O da aynı kalabalığı topluyor.
Yani, hem dünyayı, hem kendi içini aynı ölçeklerde yaşatabiliyor.
Aynı yaş grubunun insanları geçen hafta sonu, İzmir'de Roberta Flac'ı, Ray Charles'ı izliyor. Ivo Pogorelich'i, Academy St. Martin in the Field'i Ege kıyısındaki bir şehrinde ağırlıyor.
Ama aynı yaş grubunun insanları, hatta daha küçükleri, Laçin gibi bir modern türkü topluluğunu, Athena gibi müthiş bir sentez orkestrasını iki hafta içinde listelerin ön sırasına koyabiliyor.
Bütün bunlar, genetik şifreleri karanlık semalara ayarlanmış insanlara bir şey ifade etmeyebilir.
Ama bana ediyor. Hem de çok ediyor.
O yüzden IMF Başkan Yardımcısı Stanley Fischer'in, ‘‘Türkiye beni şaşırtıyor’’ sözleri, beni hiç şaşırtmıyor.
Ben fazla mı iyimserim? Olabilir...
Ama sorun, ölçüsüzlüğümüzü, abartma payımızı kantara koymaksa, inanın ben karamsarlara göre çok daha hafif çekerim.
Çünkü dünyanın hiçbir sosyal gücü bizim karamsarlarımızla, milli hımhımlarımızla, mahalli pesimistlerimizle barbut atamaz.
GENETİK RENKLERİ
Çünkü karamsarlık, onların ruh derilerinin genetik rengidir. Kafataslarının içindeki görünmez pigmentler, o analiz melekelerini simsiyah bir renge boyamıştır.
Siz bu siyah lenslileri hiç takmayın. Takmayın, ciddiye almayın, omuz silkerek, geçip gidin.
En önemlisi, bu ülkeye güvenmeye devam edin.
Son bir nokta. Göz uzmanları, ‘‘Lensler, görüntünün rengini değiştirmez’’ diyecekler. Tabii. Ama benim kastettiğim, beyinlere konulan lensler. Onlar maalesef rengi değiştiriyor.
Paylaş