Paylaş
Bazı kanallarda başka spor programlarını seyrederken dayanamadım.
Bilgisayarımın başına geçip, o anki duygularım soğumadan yazmaya karar verdim.
O yüzden biraz öfkeli, epey de hüzünlü bir yazıdır.
Şansal Kardeşim;
Onlara kızdım, sana yazıyorum.
Arkadaş, sizi tebrik ediyorum, kutluyorum ve teşekkür ediyorum.
Yüz kere, bin kere teşekkür ediyorum.
Samimiyetinize sığınarak “Sen” diye hitap ediyorum ve “Maraton” programının moderatörü olarak sana teşekkür ediyorum.
Marcus Merk’i bize kazandırdığın için teşekkür ediyorum.
Hep sakin duruyor.
Haksızlık yapmamak için en ince eleyip, en ince dokuyor.
Bilgiye ve uzmanlığa dayalı yorumları, adalet, saygı ve vicdan çizgisini hiç aşmıyor.
Şansal Kardeşim;
Bize Hakan Şükür’ü kazandırdığın için sana teşekkür ediyorum.
Siz dürüstsünüz ben de dürüst konuşayım.
Başta Hakan Şükür, bu programı kabul ettiği için “Doğru mu yaptı” diyenlerdendim.
Doğru yapmış. İyi ki etkilenmemiş, sizler etkilenmemişsiniz ve programa devam etmişsiniz.
Biz onu Galatasaraylı biliyorduk.
O aynı zamanda “Haksaraylıymış”...
Bize gösteriyor ki, iyi bir Galatasaraylı, her şeyden önce iyi bir insandır, adil bir insandır.
Tıpkı iyi bir Fenerbahçeli, Beşiktaşlı gibi. Trabzonsporlu veya Bursasporlu gibi.
Daha bir sezon bitmeden gördük ki...
Hakan Şükür adil bir spor insanıdır. Hakaret etmez, aşağılamaz. Hakkını verir ama kayırmaz.
Taraf olur ama taraftar olmaz.
Önceki akşam Federasyon’un aldığı kararlardan sonra yapılan bazı spor programlarını seyrederken;
- Ülkemdeki adalet anlayışı adına korktum, ürperdim.
- O haykırışlar, o hakaretler, o şahsi, keyfi yargılar. Yargı değil, önyargılar.
- O, kendini hem polis hem savcı, hem hâkim hem infaz memuru yerine koyup, kesip biçmeler...
- İnsan onurunu ayaklar altına alıp çiğnemeler, tekmelemeler,
İşte bütün bunları seyrederken aklıma “Maraton” programı geldi.
Oturup bunları yazdım.
NOT: Geçen cumartesi günkü yazımda, 1999 yılında MİT’te yapılan bir brifingden söz etmiştim. Orada brifinge gazete ve televizyonların genel yayın yönetmenleriyle Ankara temsilcilerinin davet edildiğini yazmıştım. Hafızam beni yanıltmış. Ankara temsilcileri davetli değilmiş.
Ayıp yahu, nasıl bu kadar pervasız olunur
ÖNCEKİ gece, bazı televizyonların kanlı arenalarında işlenen cinayetleri seyrederken şunların farkına vardım.
Konuşanların;
- HEMEN HİÇBİRİ Şike iddianamesini ve savunmaları okumamış. Hukuki ayrıntılardan bihaber.
- HEMEN HEPSİ Reyting denen şeyi, sadece bağırmak, çağırmak, aşağılamak, hakaret etmek ve insanın en ilkel “id”ine seslenmek olarak algılıyor.
- ÇOĞU Sadece önyargılar, klişe cümleler, intikam ve kan davası gibi hukukla yakından uzaktan ilgisi olmayan duygularla hareket ediyor.
- ÇOĞU Kendini savcı ve hâkim ilan etmiş. Bırakın tutuklanmış insanları, gözaltına alınıp salınanları bile peşinen suçlu sayıyor.
- BİR KISMINDA İnsan haklarına, hukuka, adalete saygı duygusu sıfır.
- BİR KISMI İnsanın kendini en rahat hissettiği özel telefon konuşmalarında kullanılan kelime ve ifadelere mal bulmuş Mağribi gibi sarılıyorlar.
- ANCAK Kendileri halka açık programlarda, onlardan daha ağır, daha galiz ifadeleri kullanmakta hiç mahzur görmüyorlar.
Bu programları yapan insanlara bir çift sözüm var.
Arkadaş bir insan bu kadar mı insafsız, bu kadar mı adaletsiz, bu kadar mı terbiyesiz olur?
Ortaçağ kabile toplumlarında bile görülmeyen böylesine vahşi bir intikam, bir rövanş duygusunu 21’inci yüzyıla taşımaya hangi medeniyet, hangi vicdan izin verebilir?
Kendinizi bir saniye bile olsun, somut hiçbir şeye dayanmadan, özensiz, yanlış anlamalar, yorumlara dayalı iddianamelerle aylardır cezaevlerinde yatan insanların yerine koyamıyor musunuz?
Ayıptır yahu...
Siz kendinizi ne zannediyorsunuz?
Polis mi? Savcı mı? Hâkim mi?
Yoksa hepsi birden mi...
Kim veriyor size bu insanlara bu kadar hakaret etme, aşağılama, yerden yere vurma hakkını.
Biraz adalet, biraz insaf, biraz insanlık...
İşte bu nedenle, onları seyrettikçe “Maraton” programı gözümde daha da büyüdü, yıldızlaştı.
Sevgili kardeşim Şansal;
İyi ki, iyi ki varsınız...
Paylaş