Acaba yaptıkları işin, bu sonucu doğurabileceğini hesap etmişler miydi? Herhalde bunu halisane bir niyetle sızdırdıklarını iddia eden safdil çıkmayacaktır. Çünkü, “böyle pespaye işe tevessül eden kişinin, iyi niyetli olması” mümkün değildir. Belli ki o, şunu hesapladı: “Yer yerinden oynayacak”, 7.4 şiddetinde siyasi depreme yol açacak; Erdoğan zor durumda kalacak. Türkiye karışacak. Kurt dumanlı havayı sever ya; o da kendini lağımlar prensi ilan edecek.
Olmadı... Hiçbiri olmadı. Ne iktidar kılını kıpırdattı, ne muhalefet bunu istismar etti. Herkes oyunu “fair play” oynadı. CHP, pis yollardan kaydedilip, karanlık yollardan servise sokulan kasedin içeriğine girmedi. MHP ortalığı birbirine katmadı. AK Parti’ye mesafeli gazeteler, köşe yazarları olayı sömürmedi. Tam aksine, herkes, “Yılmayın, vazgeçmeyin, devam edin” havasına girdi. Halkta, hatta şehit ailelerinde yüksek sesli itiraz yok. Neticede? İş pisti ama sonuç temizdi. Hatta hayırlara bile vesile oldu. Bu defa pis adamlar kazanamadı. Ne hükümet sarsıldı, ne MİT Müsteşarı devrildi.
İşin öteki tarafına gelince... Başbakan’a neden “Ben olsam Apo’yu asardım” dedi diye sormayacağım. Niye yine savaş tamtamları çalınıyor diye de sormayacağım. Amacım bağcıyı dövmek değil, toplumsal bir barışın üzümlerini yemek. Bir beyaz sayfa açıp, olaya o beyazlık üzerinden bakıyorum. Bence, geçen salı günü medyaya sızdırılan “görüşme kayıtları” bir tür sessiz referanduma dönüştü. Düşünün; bundan 3-5 yıl öncesine kadar, olaya, “Bebek katili ile görüşülür mü” duygusuyla yaklaşan Türkiye, şimdi “Sayın Öcalan”lı görüşmeleri içine sindiriyor... Bence bu sessizlik, “Kürt sorununu barışçı yoldan çözme” konusunda hükümete verilmiş açık bir çektir. Bu sessiz referandumun kesin olmayan sonuçları bize şunu anlatıyor: Türkiye sakinleşiyor. Savaş dışındaki yolların denenmesine itiraz etmiyor. “Örgütle masaya oturulmaz” tabusunu yıkmış. Artık “Sayın Öcalan” gibi takıntıları yok. Eee bunları aşan Türkiye, anadil, yerinden yönetim gibi tabuları da kıramaz mı?
Bütün bunlar içinde, bana ters gelen bir tek şey var. Oslo masasında bir “üçüncü taraf” var ya; işte onu aradan çıkaralım diyorum. O kişi orada oturduğu sürece, bana “İsrail-Filistin” görüşmelerini hatırlatıyor. Kürtler ayrı devlet istemiyorsa, bizler Kürtlere kafamızdan “Filistin” statüsü vermiyorsak; ne gerek var o kişiye... Zaten örgütün ne kadar organı varsa almışız karşımıza, aradakiler çekilsin daha rahat, daha komplekssiz konuşalım. Öyle yapalım ki, yarın bir gün bir başkası çıkıp, “Kürt meselesini de Filistin meselesi gibi Birleşmiş Milletler’e götürelim” deme patavatsızlığına cüret edemesin. Haksız mıyım...
‘GENELKURMAY BAŞKANIM’ VE ÖTEKİ UÇAK DEDİKODULARI
BAŞBAKAN’ın gezisinden geriye ilginç bazı izler kaldı.
GENELKURMAY BAŞKANIM
Başbakan geziye katılan gazetecilerle konuşurken, Genelkurmay Başkanı’ndan “Genelkurmay Başkanım” olarak söz etti. Böylece Genelkurmay Başkanı da, Başbakan’ın jargonunda; “Benim valim”, “Benim bakanım”, “Benim Emniyet müdürüm” statüsüne terfi etti. Seçilmiş sivil otoritenin, “devlet” üzerindeki tam hâkimiyeti, linguistik alanda da tescil edilmiş oldu.
NEO-LAİSİZM
Murat Yetkin genel yayın yönetmeni olduktan sonra, hem içerik ‘hem de görsel bakımdan büyük atılım yapan “Turkish Daily News” gazetesi, Başbakan’ın Mısır ve Tunus’ta savunduğu “laiklik” için yeni bir kavram buldu: “Neo-laisizm”, yani “yeni laisizm”. Tartışma götürür bir kavram. Sonuna “izm” eklenen her kavram, saplantılı bir “ideolojiye” dönüşüyor. Ben Erdoğan’ın ideolojik anlamda bir laiklikten söz ettiğini sanmıyorum. Tam aksine, “laiklik” kavramını, ideolojik içeriğinden boşaltıp, sadece “devlet yönetimi” ile ilgili bir uygulama olarak tarif ettiğini düşünüyorum.
BERLUSCONİ’YLE KÜS MÜ
Başbakan Arap Baharı turundayken, Roma’dan gelen çok ilginç bir dedikoduyu öğrendik. Başbakan Erdoğan bir zamanlar “içtiği su ayrı gitmeyen” İtalya Başbakanı Berlusconi ile bir süredir hiç konuşmuyormuş. Dedikodunun kaynağı, geçenlerde Ankara’ya gelen bir İtalyan işadamıymış. “Erdoğan, bizimki ile selamı sabahı kesti” demiş.
BAŞBAKAN’IN UÇAĞINDAN TWITTER MI
Dün gazetelerde en dikkatimi çeken fotoğraflardan biri, uçakta Erdoğan’ın kendi kadrosu ile çektirdiği fotoğraftı. Uçağın darlığı nedeniyle sıkışık bir nizamda oturuyorlar. Ortada Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile Ulaştırma Bakanı Yıldırım var. Bir uçta Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan oturuyor. Öteki uçta ise Ömer Çelik. Dikkati çeken nokta şu. Herkes Başbakan’a bakarken Çelik elindeki iPhone veya BlackBerry’le ilgileniyor. Acaba, son günlerde merak sardığı Twitter’dan mesaj mı atıyor diyeceğim ama, uçakta telefon kullanmak yasak. Belki de binmeden önce gelen twit’lere bakıyor veya inince atacaklarını yazıyor.