Seni seviyorum Selin

‘FRIENDS’ dizisinin hayatımda bıraktığı boşluğu ‘Avrupa Yakası’ doldurdu.

Yeni idolüm Gülse Birsel.

Şesu’ya ve onun muhteşem egoizmine, fırsatçılığına, mahalli zekásına bitiyorum.

Ata Demirer artık hayatımın parçası oldu.

Nişantaşı’ndaki büroda çalışan bütün kızlara áşığım.

Onların yarattıkları yeni Türkçe’yi çok yaratıcı ve renkli buluyorum.

Evet arkadaşlar, bu büroda hayat var.

Bu diziye katkıda bulunan herkesi, bütün içtenliğimle kutluyorum.

Hepiniz çok yaşayın.

* * *

Geçen ilkbaharda Duygu Asena ile birlikte bir panele katıldık.

Bir okulda yapılan panelin konusu ‘Medya ve Dil’di.

Paneli bir Türkçe öğretmeni yönetiyordu.

Girişte biraz değil, epey acemice yazılmış bir şiir okudu.

Şimdi tam hatırlamıyorum; ama gençlerin kullandığı bütün kelimelerle dalga geçiyordu.

Şiir salondan büyük alkış aldı.

Bu alkışlardan salonun benden nasıl bir konuşma beklediğini anladım.

‘Türkçe bozuluyor, gençler Türkçe’yi çok kötü konuşuyor’ türünden bir konuşma bekleniyordu.

Oysa benim bakışım tamamen farklıydı.

Salondakilerin hiç hoşuna gitmeyeceğini bildiğim halde düşündüklerimi anlattım.

Ben çocukluğumdan beri, sokağın dilini anadilim olarak sevdim.

Daha doğrusu sevip sevmediğimi düşünmeden, o dili yaşadım.

Rahmetli Öztürk Serengil’in yarattığı ‘Yeşşee’ çığlığı, bütün isim tamlamalarından, zamirlerden, edatlardan daha neşeli geldi.

‘Abidik gubidik’ seslerini, yüz bin kelimelik görünmez bir lügatteki bütün kelimelerin karşısına yazdım.

Bazen o kelimenin, bazen de ötekinin yerine bir joker gibi, bir eşanlamlısı gibi onları kullandım.

Karşılığını bulamadığım bütün hislerin, anlamını çıkaramadığım bütün kelimelerin yerine onu koydum.

Abidik gubidik benim için ifade edilmemiş, edilememiş her şeyin lügatimdeki karşılığıydı.

Ama en güzeli, beni, benim gibi olanlarla birleştiren, benim gibi olmayanlarla farklılaştıran transformatörümdü.

* * *

İşte ‘Avrupa Yakası’nı bu yüzden çok seviyorum.

Bana sokağın, gençliğin, renkliliğin yaratıcı dilini taşıyor.

Yine bu yüzden Türk basınındaki dil zaptiyelerini de büyük keyifle okuyorum.

Statükoyla değişimin bu kadar güzel savaştığı başka alan yok.

Fahri halk musahhihlerinin, ‘O kelime öyle yazılmaz, böyle yazılır’ türünden fetvalarından elbette yararlanıyorum.

Ama yazıda gördüğü her yabancı kelime karşısında tüyleri diken diken olan, gençlerin yarattığı her argo kelimeyi elindeki satırla doğramaya kalkan insanlarla anadilimizin aynı olup olmadığını da merak ediyorum.

* * *

Dünyanın bütün yaratıcı toplumları, genç diller yaratır.

Statükoya meydan okuyan herkes önce kendi jargonunu, kendi davranış biçimlerini ve modellerini oluşturur.

Türkçe’ye İngilizce kelimelerin girişinden rahatsız olan insanlara bir şeyi hatırlatmak isterim.

Dünyanın egemen dili sayılan İngilizce’nin dil zaptiyeleri de New York sokaklarında konuşulan ‘hip hop dilinden’ rahatsızlar.

Hiç fark etmez.

Sokaktan doğan dilin önünü kimse kesemez.

Bir bakarsınız müziğinize sızmış. Arkasından sinemanıza.

Size de kala kala gazete köşelerindeki dil tabyaları kalmış.

Bazen bu tabyaların ağzından kafamı uzatıp şunu söylemek istiyorum.

Attila İlhan’ın o müthiş kavramları, İkinci Yeni şiirinin o cıvıl cıvıl kelime oyunları birer dil balesi.

Ama Avrupa Yakası’ndaki Selin’in ‘Oha oldum’u pespayelik...

* * *

Allah’tan artık kimse bu çifte standartlı dil zaptiyelerini takmıyor.

Sokak bütün yaratıcılığıyla dile canlılık getirmeye devam ediyor.

Türkiye, Türkçe’nin klasik güzelliği ile sokağın yaratıcı canlılığının altın dengesini kuruyor.

Bir yandan Orhan Kemal’in ‘Cemile’si en çok satanlar listesine giriyor.

Öte yandan sokak dili üzerinde dans eden genç insanların filmleri de reyting yapıyor.

Çünkü bunlar birbirinin düşmanı değil, tamamlayıcısı.

* * *

O gün okuldaki panelden erken ayrılmak zorunda kalmıştım.

Ben ayrılırken Duygu Asena kulağıma eğildi ve ‘Ben de senin gibi düşünüyorum. Ama galiba senin kadar açık anlatmayacağım’ dedi.
Yazarın Tüm Yazıları