Paylaş
Mehmet Karlı öğretim üyesi. Herkes gibi o da Soma acısını izliyor. O aynı zamanda bir sendikacı çocuğu. DİSK’te görev yapmış bir sendikacının. Olayları oturup izledi. Ta ki, içerden çıkan o babanın cansız avuçları içinde bıraktığı o notu görünceye kadar.
Sonra dayanamadı. Oturdu bir sendikacı oğlu olarak, o babaya, o çocuğa seslenen bu mektubu yazdı. Dedi ki, “Genç adam, babanın hakkı gani gani helal olsun. O senin alnına kara sürmedi.”
Mektubu okudum ve ona dedim ki, “İşte sana Hürriyet Sosyal’daki pencerem.
Gel ve herkese oku sendikacı çocuğu mektubunu…”
SEVGİLİ KARDEŞİM SEN ONA
HAKKINI HELAL ET, BİZ DE
“ONU ÇOK İYİ BİLİRDİK”
DİYE HAYKIRALIM
Mehmet Karlı
15 Mayıs 2014
Bir el sarkıyor sedyeden. Kapalı bir el. Sıkılmış parmaklar. Bir not varmış arasında. Ebediyete göçmeden kalanlara bırakılmış kısa bir not: ‘Oğlum hakkını helal et’.
Madenci baba hayata tutunmaya çalıştığı son anlarda bunu yazmış. Baretinin verdiği soluk ışıkta. İçerde hava iyice bitmeye yaklaşmışken. Umutları tükenmeye yazmışken, o da bu notu yazmış. Ne vardı acaba aklında? Kalbini mi kırmıştı oğlunun bir gece önce? Tartışmışlar mıydı? Bir kırıklık kalmasın mı istedi göçmeden? Belki de yoktu hiç böyle bir şey. Ama son bir helallik almadan oğlundan, hayatta belki de en çok sevdiği kişiden göçmek istememişti. Nasip olmamıştı belki yüzünü görmek son bir kez, ama en azından arkadan gelseydi helallik.
Zordur memleketimde baba-oğul ilişkileri. Arada ‘erkeklik’ duvarı vardır. Memleketimin erkekler üzerine yüklediği özel sorumluluklar vardır. Duygular fazla gösterilmemeli, öyle ‘kadınsı’ sevgi sözcükleri fazla kullanılmamalıdır. Erkekler ağlamaz ne de olsa. Belki de tartışılır, kırılırsınız birbirinize ama konuşulmaz üzerine. ‘Erkekçe’ triplerle atlatılır o günler. Belki işte böyle bir güne mi denk gelmişti bu göçme anı. Madenci baba son bir gayret belki de bu yüzden yazmıştı o sözcükleri; hem helallik için hem de ‘oğlum seni ne çok sevdiğimi bil’ diye.
SENDİKACILIK BİR MESLEK DEĞİL BİR MÜCADELEDİR, BİR DURUŞDUR
Yaşlı gözlerle daldım gittim haberi okuyunca. Ta 1992’ye. İlkokulu yeni bitirmiş, ortaokula yeni başlamış bir çocuktum. Babam ve biz DİSK’liyiz. Evet ‘babam DİSK’te çalışan bir sendikacıydı’ cümlesi anlatmaz o durumu. Ailesinden birileri gerçek bir sendikada -yani ekranda temsilcilerini şu aralar sıkça gördüğümüz sarı sendikalardan birinde değil de tüm önceliği işçi haklarını savunmak olan bir sendikada- çalışanların iyi bildiği üzere sendikacılık bir meslek değildir. Bir uzmanlaşma alanı, bir profesyonellik meselesi değildir. Bir mücadeledir. Bir siyasi duruştur.
Ve bizimkisi gibi memleketlerde ailenin babası girmişse böyle bir işe, ailece dahil olursunuz mücadeleye. Babayı zor günler bekler. Hapisler, işten çıkarılmalar, iki kuruş ücrete işlere talim etmeler, mitingler, grevler, yürüyüşler ve daha neler neler. Yeri geldiğinde evde olmayacaktır baba. Yeri geldiğinde anne yüklenecektir eve ekmek getirme işini. Yeri geldiğinde grev çadırına yemek götüreceksin. Günü geldiğinde babanın yanında yürüyeceksin. Öyle bir şey işte. O yüzden babam DİSK’te çalışıyordu değildir halimizi anlatan, ‘DİSK’liyiz biz’dir durumu açıklayan.
O GÜN BENİM YAŞGÜNÜMDÜ HERKESİN BABASI BURADA O NEREDE
Sene 1992 Mart ayı. Hani şimdi tekrar hatırladığımız Zonguldak Kozlu’daki toplu cinayetin yaşandığı zaman. Ben 4 Mart doğumluyum. Doğum günümden bir gün önce Zonguldak’tan kötü haber geldi. Hatırladığım kadarıyla o zaman da haberi böyle bir anda vermediler. Yavaş yavaş, nereye kadar saklayabiliriz kaygılarıyla, acının büyüklüğünü adım adım görerek geldi kötü haber. Babam ve arkadaşları 3 Mart günü Zonguldak’a gitmek için yola çıkmış olmalılar. Anlayacağınız 4 Mart günü, yani doğum günümde babam Zonguldak’taydı. Olması gereken yerde aslında. Uğruna mücadele verdiği sınıfın ölüm kalım mücadelesinin cephe hattında.
Çocukluk işte. Yeni başlamışım ya ortaokula, çevremdeki yeni arkadaşlarım hep böyle doğum günlerini aileleriyle filan şatafatlı kutluyorlar gibi geliyor aklıma. En azından ben öyle düşünmüştüm o zaman. Belli imrenmişim. Kendi çapımda özenmiştim o doğum günü için. İşte babam normalde çok dolaşıyor, şurada grev, burada örgütlenme toplantısı vs. ama bu sefer önceden söz almıştım, bu 4 Mart hep beraber olacağız diye. Olmadı.
Çocukluğun belki de en saf yanlarından biri de dünyayı başrol oyuncusu kendiniz olan bir oyunmuş gibi görmeniz. Ben de o günlerdeyim. Çocuk şımarıklığı deyin. Zonguldak’ta yaşananları düşünmeden, düşünemeden isyan ettim biraz. Neden hep benim babam gidiyor diye. Ergenliğe beş kala erkek çocuk afra tafrası anlayacağınız.
ANNEM BABAMI BULDU VE TELEFONU BANA VERDİ
Gariban annem. Gün boyu çalışmış. Bir yandan Zonguldak’tan gelen kara haberler. Aklında eve dair bilmem ne kadar sorun vardır kesin. Kocası zaten yüzlerce kilometre ötede. Bir de çocuğun afrası tafrası. Dayanamadı her halde. Babama ulaştı bir şekilde. Cep telefonu da yok o zaman. Nasıl ulaştı bilemiyorum. ‘Al şununla bir konuş’ dedi herhalde babama. ‘Mehmet’ diye çağırdı beni, tripten tribe girdiğim odamdan, ‘baban seninle konuşacak’. Aldım telefonu.
Ne kadar incinsen de babana yumuşamaya hazırsındır aslında. Hani dersin tamam bir iki dirensem de babam ısrar ederse alır gönlümü. En azından benim babamla ilişkim öyledir. Çok sabırlı, çok hoşgörülü adamdır. Sinirlenmez. Yani işte beş yılda bir filan sinirlenir. Çok konuşmaz ama dinler seni. Çok duygularını göstermez ama bir yandan da Hababam Sınıfı izlerken dahi göbeği sallanarak ağlayabilir. Sesini yükselttiği çok azdır. Şu gün oldu bir fiskesini dahi yemişliğim yoktur. İşte bu resim karşısında, ben de telefonu elime aldığımda zannettim ki babam gönlümü alacak. ‘Oğlum doğum günün kutlu olsun. Bak dönünce şunu bunu yapacağız’ diyecek.
Öyle olmadı. Belki de ilk ve son kez babamın sesi o kadar sinirli geldi telefonda. ‘Bana bak beyfendi’ dedi bana. ‘Bırak bu şımarık çocuk tavırlarını. Senin gibi şımarık bebeler doğum günü filan diye ağlarken buradaki çocuklar babam oradan canlı çıkacak mı derdinde. Seninkisi pasta kavgası buradaki çocuklarınki ekmek ve baba kavgası anladın mı? Şimdi aklını başına topla, üzme anneni, otur evde efendi gibi’.
‘Tamam baba’ diyebildim ancak. ‘İyi akşamlar baba, kolay gelsin’. O kadar.
SENDİKACI BABAM GELEMEDİ ONUN YERİNE AMCAM PASTAYI GETİRDİ
Hani bazen her cümle Ağrı Dağı gibi düşer ya adamın başına. Bana belki ilk kez o gün oldu bu. Her kelimesi babamın gürültüyle yuvarlandı üstüme. Yerin dibine girmek nasıl bir şey anladım mı o gün hatırlamıyorum ama yerin dibine girdiğim kesin. Haklıydı babam. Alt dudağım büzülmüştür herhalde. Adımlarımı sürükleyerek geçtim odama. Yine üzgün ama bu sefer telefon öncesindeki isyan hali yerine omuzlarıma çökmüş olan büyük bir yenilgi ve utanç ile.
Bir yandan yaptığımdan utanıyordum. Dedikleri çok haklıydı babamın. Haberlerde gördüğüm o çocuklar geliyordu gözümün önüne ve utancım katlanarak artıyordu. Bir yandan da babamı istemiştim işte yanımda; ‘babam burada olsaydı’ sesini de susturamamıştım içimde tam olarak hala.
İşte ben bu kederlere gark olmuşken kendi kendime, zil çaldı. Annem beni çağırdı. Neden anlamadım ama hiçbir şeye direnecek halim kalmamıştı ve sorgulamadan çıktım odadan.
Aaa ne göreyim, rahmetli Kemal amcam, yengem, amca çocuklarım dizilmişler kapıda. Ellerinde pasta! Kemal amcam o kocaman göbeği önde, açmış kollarını ‘aman benim aslan oğlumun doğum günü müymüş’ diye kocaman sarıldı bana. Belli ‘acil yardım’ telefonu almışlardı. Hala bilmem annem mi aradı babam mı? Önemli de değil. Bir yandan ikisi de kızmıştı bana. Ama diğer yandan kızsan da oğlun işte. Kemal Amcama belli imdat telefonu açılmıştı. Ve onlar da koşarak gelmişlerdi yardıma. Çocuk babasız kalmasın, boynu bükülmesin diye.
Uzun lafın kısası yalnız bırakmadılar beni o akşam. Bir yandan göz ucuyla Zonguldak haberleri takip edildi. Bir yandan da gönlü alındı çocuğun. Ama hep izi kaldı bende o günün. Fırsat bulduğum her ortamda doğum günümü kutlamaktan kaçarım. Kutlanıldığında da hala utanıyorum biraz. İçimde o ‘pasta çocuğu’ lafı dönüp duruyor. O telefon konuşması geliyor aklıma kelime kelime.
SEVGİLİ KARDEŞİM BU DA BENİM MEKTUBUM
Şimdi bunca hikayeyi niye anlattın, yüzlerce can gitmiş bize ne senin doğum gününden diyebilirsiniz, haklısınız. Ama meleklerin kanatlarına koyup, o notu eline sıkıştıran madenci kardeşime bir mesaj yollamak istediğimdendir bu hikaye. Belki bir de, hala yaşıyorken benim babam, bu olay sayesinde ona da yüz yüze söylemeye utandığım bir iki kelamı edebilmek içindir.
Sevgili kardeşim, lütfen bil ki seninki gibi babalara her zaman helaldir oğullarının hakkı. Belki oğlun daha küçüktü belki daha babasının ne yaptığını tam anlamıyordu. Ama emin ol anlaşılıyor yaptıklarınızın değeri bir gün. Ben de sonradan anladım babamın yaptıklarının değerini. Evet belki yoktu yanımda uzunca günler, belki ailece yüklenmek zorunda kaldık bazı yükleri, evet bana babamdan han hamam kalmıyor ama bana işte ‘pasta çocuğu’ olmamayı öğretti. Bana ekmek için, yaşam için mücadele edenin, alın terinin yanında olmayı öğretti, ne kadar öğrenebildiysem. Ne hakkım vardır babamın üzerinde bilmem ama sadece o telefon konuşması için dahi bin kez helal olsun derim.
GÖZÜN ARKADA KALMASIN SEVGİLİ KARDEŞİM
Emin ol senin aslan oğlun da öyle diyor ve diyecek. Sen oğluna ‘oğlum milyon dolarları erit’ diyenlerden olmadın, sen oğlunun evine 5 mi 7 mi artık sayısı neyse kasa koyanlardan olmadın, sen kömürün kara tozu damarlarında ekmeğini kazandın oğlunun alnına kara çalmadın.
Sinirlenmiştin belki, belki kırmıştın kalbini ama emin ol oğullar iyi biliyor babalarını. Belki bazen anlatamıyoruz bunu ama biliyoruz işte.
Neden çok sarılmadığını da, neden annemiz kadar çok öpmediğini de biliyoruz, bir noktada anlıyoruz. Ve senin oğlun da biliyor yerin kaç kat altına neden girdiğini. Ne için kim için mücadele ettiğini, çırpındığını o da görüyor. İşte o yüzden diyorum, tüm oğullar adına tüm senin gibi babalara helaldir hakkımız.
Ve bir de gözün arkada kalmasın kardeşim. Belki bu kısmını yazmadın ama elindeki kağıda, ben de, her ne kadar çok yeni de olsa, bir baba olduğumdan eminim ki şu sorular da aklındaydı o son anda: Ne olacak oğluma, kim kollayacak koruyacak onu?
Sevgili kardeşim bu ülkede her şeyi para, her şeyi kar, her şeyi çıkar olarak görmeyen hala çok insan var.
Analarından babalarından paylaşmayı, dayanışmayı, dürüstlüğü, alın terinden, güçsüzden yana olmayı bir erdem olarak öğrenerek büyüyen çok kişi var bu memlekette.
Onlar şimdi senin oğlun ve diğerleri için sokaklarda. Onlar şimdi senin oğlun ve diğerleri için TOMA’ların önlerine yatıyor. Ve onlar senin oğlunun ve diğerlerinin Kemal Amcası artık.
Akşamın bir saatinde, ne kadar saçma da olsa gerekçe, çocuğun boynu bükük kalmasında diye gelecek Kemal Amcalar çok bu memlekette.
Senin oğlunun boynunu bükük bırakmamak da bizim size borcumuz. Ömrü boyunca pasta çocuğu kalanlara karşı ekmek ve baba kavgası verenlerin yanında olmak bizim borcumuz.
Bu benim hem sana, hem babama, hem de daha kundaktaki oğluma borcum. Sen hakkını helal et bize kardeşim.
Paylaş