Şehit analarına zor bir mektup

BU yazımın adresi şehit anaları. Evladını PKK ile mücadelede kaybetmiş anneler, babalar, kardeşler, eşler, sevgililer, çocuklar, arkadaşlar.

Yani Avrupa Birliği tartışmalarının gündemin zirvesine oturduğu şu günlerde, köşesinde oturup sessizce bu tartışmayı izleyen insanlar.

İşte onlara seslenmek istiyorum.

* * *

Benim ailemde PKK savaşında hayatını kaybetmiş bir şehit yok.

Sülalemde de yok.

Benim sülalemin şehitleri Bulgaristan topraklarında yatıyor.

Yani biz hem şehit verdik, hem de toprak...

PKK ile mücadelede hayatını kaybeden şehitlerimiz ise hayatlarını verdiler, topraklarını vermediler.

Biz şehitlerimizi orada bırakıp, anavatana döndük.

Büyüklerimiz, ‘‘Burası son vatanımız. Buradan başka gidecek yerimiz yok’’ cümlesini İstiklal Marşı'nın sözleri gibi kafamıza yazdılar.

Yıllarca ‘‘Bulgar mezalimini’’ anlatan hikáyelerle büyüdük. Ama aradan epey yıl geçti.

* * *

PKK ile mücadelede evlatlarını kaybeden insanların içindeki ateş ise hálá çok sıcak.

Onların içindeki acıyı anlamamak için insani duygulardan nasibini hiç almamış olmak gerekir.

Anadolu'da binlerce mütevazı evin en kıymetli köşelerinde, başında beresi, üzerinde komando üniformasıyla poz vermiş genç insanların portreleri duruyor.

Çoğunun yüzünde bir gülümseme vardır.

Çoğunun ifadesi, yaptığı vatan görevinden duyduğu gururu yansıtır.

Hepsi halk çocuklarıdır, Anadolu'nun orasından burasından gelmişlerdir.

İsimleri bugün Anadolu garnizonlarına dikilmiş şehitliklerin üzerinde ikişer, üçer kelime halinde yaşamaktadır.

* * *

Hepsi birbirinin aynısı beyaz mezar taşlarındaki isimlerinin altında iki tarih vardır.

Biri 70'li yıllarla başlayan tarihlerdir.

Sanki dün gibidirler, ama onlar doğum tarihleridir.

Ötekilerse 80'li ve 90'lı tarihler.

Onlar da sanki dün gibidirler, ama onlar şehadet gününü, yani sanki bir gün önce başlayan hayatın sonunu işaret ederler.

İki tarih arasına 18, bilemediniz 20 yıl gibi kısacık bir hayat sığdırmış olan o Anadolu çocuklarının mezar taşlarındaki isimlerinin başında nöbet tutan tek şey ise küçük birer ay yıldızdır.

Yani ebediyete kadar vatanlarının üzerinde dalgalandırmak için ant içtikleri o bayrak.

O mezar taşlarındaki tarihlere hep bakarım.

Hepsi miadı dolmuş birer saat gibi, 1990'ların sonunda durmuşlardır. 2000'le bitenleri sanki hiç yoktur.

Şehit analarının ağıt mevsimleri 2000'de durmuştur. Musalla taşlarının üzerindeki ay yıldızlı tabutlar tenhalaşmış, anne feryatları azalmıştır.

O mezar taşlarına her baktığımda kendi kendime sorarım.

Acaba o taşların altında yatan çocukların annelerinden, babalarından, kardeşlerinden, Türkiye'nin Avrupa'ya yürüyüşüne katılmalarını istemek çok mu ayıp bir şeydir?

Bilirim idam cezası, çocukların canını alan caniler için en ağır cezadır, yine bilirim ki aynı idam cezası o anneler için de adaletin tecellisidir.

* * *

Şehit annelerinden, idam cezasını yüreklerinden çıkarmalarını istemek, acaba yerine getirilmesi mümkün olmayan bir fedakárlık mıdır?

Ben bu duyguları çok iyi tanıyorum.

Ama yine de bütün cesaretimi toplayıp şehit annelerine seslenmek istiyorum.

Bu ülkenin Avrupa Birliği'ne yürüyüşüne destek verin.

Biliyorum, idam cezasını kaldırmak, o yorgun yüreklerinizin üzerine binlerce tonluk taş parçalarını basmaktır.

Biliyorum, o yorgun yüreklerin bu taşı taşıması çok ama çok zordur.

Ama misafir odalarındaki o güler yüzlü yeşil bereli çocuklarınızla bir kere daha konuşun.

Sessizce, içinizden, baş başa...

Onlara sorun. Deyin ki: ‘‘Şehit oğlum, biz 300 yıldır medeniyet coğrafyasına dönük yaşıyoruz. Senden sonra gelecekleri, müreffeh bir ülkede, medeni iklimlerde, insanca coğrafyalarda yaşatmak istiyoruz. Ne dersin?’’

* * *

Şimdi onları ve sessiz ailelerini bekleyen son bir vatan görevi var.

Avrupa Birliği'ne doğru tarihi yürüyüşe katılmak.

Biliyoruz, bu kuşak şehit analarının sırtına çok yük yükledi.

Ama onların safından gelecek, ‘‘Evet biz de Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişini destekliyoruz’’ cümlesi, emin olun 175 sivil toplum örgütünün haykırışından bile daha etkili olacaktır.

Bu, onlardan istenmesi zor bir fedakárlıktır. Ama bölünmeden, müreffeh ülkeler ailesine katılmış bir Türkiye, bölücü vahşetinden alınacak en büyük intikam olacaktır.

Şehit çocuklarımızın ruhunu sükûna kavuşturacak en büyük intikam da budur.
Yazarın Tüm Yazıları