Sanki Hizbullah mezarları

SANKİ her biri birer hücre evi. Orada burada uyumaya yatırılmış terör ve şantaj üsleri. Sanki bir ‘‘Hizbullah mezarı’’ kábusu izliyoruz.

Kazdıkça ceset yerine bir şantaj kasedi deposu bulunuyor.

Haberler önüme düştükçe midem bulanıyor.

* * *

Düşünüyorum.

Kimbilir o kasetleri nasıl seyretmiş, nasıl dinlemişlerdir.

İki kadeh arasında hangi hayatlar kaydırılmış, hangi mahremler berhava edilmiştir.

‘‘Hakan, koy bir Gülben kasedi...’’

‘‘Cem bak, şu adam neler diyor?’’

Ondan sonra çak şu adama.

Sanatçı Star'a transfer olmuyor mu?

Gönder el altından mesajı.

‘‘Unutma, elimizde kaset var.’’

Söyleyin, dünyada bundan daha aşağılık, daha iğrenç bir rekabet biçimi olabilir mi?

Demek ki oluyormuş.

Gülben Ergen'in neler hissettiğini anlıyorum.

Çok iyi anlıyorum.

Bir gün radyolarda kendi sesimi işittiğim zaman içime çöken hüznü kimselere anlatamam.

Allah kimsenin başına vermesin.

Ama şimdi gerilere bakıp düşünüyorum.

Biz de, bizler de insafsız bir rekabet ortamı içindeydik.

* * *

Bize de böyle iğrenç teklifler geldi.

Bunun şahitleri de var.

Ankara temsilcisiydim. Adamın biri geldi. Elinde bir ‘‘böcek’’.

‘‘Çok işinize yarar. Bir odaya koyarsınız, istediğiniz kişiyi dinlersiniz’’
dedi.

Adama baktım. Bir saniye bile düşünmeden şunu söyledim:

‘‘Sana üç dakika süre. Üç dakika sonra polise telefon edip seni ihbar edeceğim.’’

Anında kayboldu.

Şahidim mi?

Muharrem Sarıkaya.

Şimdi Sabah Gazetesi'nin Ankara temsilcisi.

Bir başka gün İstanbul'da adamın biri geldi.

Elinde bir ses bandı.

Sabah'ın eski sahibi Dinç Bilgin ile genel müdürü Kenan Sönmez'in telefon konuşması.

Adamın elinden kasedi aldım, yok ettim.

Ona da üç dakika süre verdim.

Sonra Zafer Mutlu'yu aradım, olayı anlatıp ‘‘Muhtemelen aynı pislikler size de bizim konuşmalarımızı getireceklerdir’’ dedim.

Şahit mi?

İşte Zafer Mutlu.

* * *

Demek ki bizim üç dakika süre verdiğimiz bu pisliklere 100 bin dolar veren insanlar varmış.

Üstelik kendileri bile dinleme yapmışlar.

Master kasetler onların bu uğursuz şantaj sığınaklarında, hücre evlerinde ele geçiyor.

Biz yıllardır bunları yazıyoruz.

O günlerde bizlere ‘‘Medya savaşı’’ diyerek dudak bükenlere bakıyorum.

Bu medya Hizbullahları şimdi onları da dehşete düşürüyor.

Çünkü o sığınaklarda ele geçen kasetlerde kimbilir daha kimlerin özel hayatları, mahremleri, iş mahremleri var.

Kimbilir hangi kasetler, hangi şantaj gününü bekliyordu.

* * *

Türkiye, tarihinin en iğrenç skandalı ile karşı karşıya.

Hepimiz merakla bekliyoruz.

Devlet ve kurumları bundan sonraki hayatımızı güvence altına alabilecek mi, alamayacak mı?

Bu toplumsal pisliği önleyebilecek miyiz, yoksa sıradaki öteki şantajcılara cesaret mi vereceğiz?

Eşimize, arkadaşımıza, annemize, babamıza, çocuğumuza, sevgilimize söylediğimiz mahrem sözler ağzı salyalı bazı şantajcıların içki mezesi olmaya devam edecek mi?

Biz bu ayıpla yaşamaya devam edecek miyiz, etmeyecek miyiz?

Uzanlar'ın kaset mezarları önümüzde.

Düşünüp taşınıp karar verelim.

Ve unutmayalım...

Bugün Gülben Ergen'in, benim kasedim...

Ya yarın...
Yazarın Tüm Yazıları