Paylaş
Arayan “Yeni Asya” gazetesinden İsmail Tezer’di.
Said-i Nursi’nin ölümünün 50’nci yılı dolayısıyla özel bir dosya hazırlıyorlarmış. Benden de bir yazı istediler.
Ben “İslami” kesimin, tamamının değilse bile en azından bazı kalemşorlarının gözünde, “laik bir jakoben”dim.
Öyleyse neden benden görüş istediler diye düşündüm.
Acaba, benden de görüş koyarak, laik kesimin gözünde Said-i Nursi’yi meşrulaştırmak mı istiyorlardı?
Yoksa Said-i Nursi’nin aslında bilime, cumhuriyete, meşruiyete bağlı bir insan olduğunu göstermek için böyle bir açılımı mı düşünüyorlardı?
İtiraf edeyim, hiç öyle oturup, şüphecilik üzerine kurulu rasyonel bir değerlendirme yapmadım.
İçimden geldiği gibi davrandım ve hazırlanan dosyaya şu yazıyı gönderdim.
* * *
“Laik ve Cumhuriyetçi eğitim almış, devletin eğitim sisteminde büyümüş bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak Said-i Nursi ile ilgili görüşüm, onun ‘Nurcuların ruhani lideri’ olduğu şeklindeydi.
Samimi olmak gerekirse, bu, iyi bir izlenim de değildi. Said-i Nursi hayatım boyunca ilgi alanımda fazla yer almadı. Fethullah Gülen hareketinin gelişmesiyle birlikte, Said-i Nursi’ye olan ilgim de artmaya başladı.
Şu an görüşlerim eskisi kadar katı değil. Hakkında çok fazla bir şey de okumadım. Türkiye değişiyor, bizler de değişiyoruz ve artık bir zamanlar bizlere yabancı hissettiğimiz dünyalara açılıyoruz.
Ben buna, ‘Başkasını tanımak, kendimizi tanıtmak’ süreci diyorum. Herkes için bunu yapmanın zaruri olduğuna inanıyorum. Ne dinle ilgili herkes mürteci, ne de laiklik hassasiyeti olan herkes jakoben laikçidir. Ne her türbanın altında bir öcü, ne her şarap kadehinin arkasında bir öcü var. Ülkemizin ortasındaki bu çok geniş ve engin ortak yaşama alanını iskâna açamazsak, bu düşmanlık bitmeyecek.
O nedenle bir süredir dikkatle okumaya başladım. Ama beni en çok şaşırtan yanı, sinemaya olan ilgisini keşfetmemdi. Bunu önce Zaman Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın sinema yazılarında okudum.
Oradan hareketle çok ilginç bir makaleye ulaştım.
Bunu da Hürriyet’te yazdım. Bu kadar uhrevi bir insanın bu kadar dünyevi bir şeyden zevk alması doğrusu beni şaşırttı. Kendi dünyanıza yabancı bir şahsiyetin böylesine insani bir tarafını keşfedince, ona daha fazla ilgi duymaya başlıyorsunuz.
Diyeceğim, bu soruyu bana gelecek yıl veya daha sonraki yıllarda düzenlenecek kongreler için sorarsanız, size Said-i Nursi’nin daha derinlerine nüfuz etmiş duygu ve düşüncelerimi aktarabileceğim.
Yani bu söylediklerimi, bir tür ‘samimi mukaddime’ olarak değerlendirebilirsiniz.”
* * *
Yazıyı gönderdikten sonra İsmail Tezer’i aradım ve şunu söyledim:
“Yazı işinize gelmediyse kullanmayabilirsiniz. Hiç alınmam.”
Bana şu cevabı verdi:
“Tam aksine, çok hoşumuza gitti. Çok samimi bir yazı olmuş.”
Yeni Asya, bu dosyayı bir ek olarak yayımladı.
Başlığını “Aydınların gözüyle Said-i Nursi” koymuşlar.
Yazar sıralaması dikkatimi çekti. Birinci yazı olarak Taha Akyol’un, “Said-i Nursi, İslam düşüncesinde bir ‘teceddüd’ gerçekleştirdi” başlıklı uzun bir incelemeyi koymuşlar.
Son derece normal.
Taha Bey bu konuyu çok iyi biliyor ve yazı hak ettiği yeri almış.
İkinci yazı Roni Margulies’in: “Kemalizm’in düşman ilan ettiği her şey gibi Nurculuk da ilgimi çekiyor.”
İtiraf edeyim, başlıktaki kesin inanç ve önyargı beni tedirgin etti. O başlığın altındaki bir yazıyı okumak dahi istemedim.
Üçüncü yazı ise benimkiydi.
Yani dergi, Atatürk’e olan derin hayranlığımı bildiği halde, yazımı ön sıralara koymuştu.
Bu tavır bana daha güzel göründü.
* * *
Dergideki öteki yazıların hepsini okudum.
Yeni Şafak yazarı Hakan Albayrak’ın yazısının girişindeki şu soru dikkatimi çekti:
“Cumhuriyeti, meşruiyeti, parlamenter sistemi savunduğu halde devlet Said-i Nursi’ye neden bu kadar tepkili?”
Evet, bunun gerçekçi nedenlerini araştırmalıyız.
Bir de hepimizi bir araya getirecek ortak platformları çoğaltmalıyız.
Paylaş