Paylaş
Seçilmiş Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminden beri yanında olan bir yol arkadaşı söylüyor.
Hüseyin Besli...
Geçen pazar günü Haber Türk gazetesinde, Balçiçek İlter’in onunla yaptığı mülakatı okudum.
Bana göre, bugüne kadar okuduğum en güzel Erdoğan portrelerinden biri ortaya çıkıyordu.
Bu mülakatı çok önemsedim ve kendi gazetecilik optiğimden geçirerek, bir tür remiks’ini yaptım...
***
Yakın çevresinin Erdoğan’a “Reis” diye seslendiğini biliyoruz.
Tabii bu kavram demokrasi dilinde kulağa çok güzel gelen bir kavram değil.
“Tek adam”, “Milli Şef” gibi mücavir kavramları akla getiriyor.
Bir de Susurluk olayı sırasında Abdullah Çatlı’ya “Reis” dendiğini öğrendik.
Soner Yalçın ve Doğan Yurdakul’un bu konuda yazdığı kitabın adı da “Reis”ti...
***
Hüseyin Besli, 10 Ağustos’ta cumhurbaşkanı seçildikten sonra, ona seslenme biçiminde önemli bir değişiklik olacağını söylüyor.
O bölümü aynen aktarıyorum:
“İl başkanı iken ‘Reis’ derdik. Belediye reisinden atıf başkan konumunda... Belediye başkanı olunca ‘Başkan’... Sonra ‘Başbakan’. Uzunca bir süredir ‘Beyefendi’... Kaderin üzerinde bir kader vardır. 10 Ağustos tam da budur işte; ‘Reis’likten ‘Beyefendi’liğe geçiş...”
***
Acaba bu basit bir dil değişikliği mi, yoksa yönetim anlayışında da önemli bir değişiklik anlamına mı geliyor?
Çünkü şu an için etrafa verilen hava, daha güçlü bir “Reis”lik anlayışının hâkim olacağı yolunda.
Besli, Erdoğan’ı çok iyi tanıyan bir kişi. Bu sözleri boşu boşuna söylemiş olacağına ihtimal vermiyorum.
***
Bizde önemli bir söz var.
“Şeyh uçmaz, müridler uçurur.”
Eğer Erdoğan’ın çevresindeki insanlar gözlerinde onu, “Reis”lik gibi, daha çok Kurtlar Vadisi’ni hatırlatan bir bakıştan, “Beyefendi” gibi bir bakış açısına terfi ettirirlerse en azından dil konusunda değişiklik olacak demektir.
Hatta ona seslenme biçimini bütün Türkiye için “Sayın Cumhurbaşkanı” düzeyine getirebilirlerse...
İşte asıl büyük terfi bu olur...
CHP'lilere
O, senaryosunu yazdığı filmde kendini oynuyor
BANA göre CHP’de aday olmaya hazırlanan kişiler bu mülakatı çok iyi okumalı.
Yol arkadaşına göre, Erdoğan’ı başarılı kılan davranışları şuydu:
SAHİCİ OLUN: Reklamcılara, “Adayımız kendisini oynayacak” dedik. Bizim aday sahici. Bunu kampanya diline çevireceğiz. İşte bu kadar katkısı oluyor kampanyaların.
(*) SONRADAN GELME AVANTAJI: Azınlıkta olan, az olan, sonradan gelen daha samimidir, daha cesaretlidir. Daha içtendir, daha yapmacıksızdır.
KORKMAYIN, AGRESİF OLUN: Karşınızda bir merkez oluşmuş. O merkezde bir güç, sermaye, itibar var. Yani yoğunlaşmış her şey orada. Siz dışarıdasınız ve oradan bir şeyler almak istiyorsunuz. Kesinlikle agresif olmak zorundasınız. Müzik de ona göre, sloganlar da.
YENİ MERKEZ BUL VE SALDIR: Evet, mazlumların, itilmişlerin ismi ama bugün merkezde. Ama hâlâ aynı dili kullanıyor. Neden biliyor musunuz? Dışarıda da bir merkez icat etti bir nevi. Başlangıçta Türkiye içindeki merkeze; oligarşik, derin devlete karşı duruyordu. Şimdi ise dışarıda BM nezdinde saldıracağı bir merkez yarattı.
SON MADDE ŞARTI: Bütün bunları yapıp yine de başaramayabilirsiniz. Başarılı olmak için Tayyip Erdoğan olmalısınız.
Cemaat'e
Bana dedi ki ‘Aynı kıbleye’ bakıyoruz
MÜLAKATIN bu bölümünü de Fethullah Gülen’e yakın kişiler dikkatle okumalı. Uzun yol yoldaşı, eski “Reis”, yeni “Beyefendi”nin “Paralel” dediği çevreye bakışını çok net biçimde anlatıyor.
BİZE GÖRE: Bizim açımızdan 17 ve 25 Aralık, yalnız Türkiye’de değil, dünyada da eşine az rastlanacak bir darbedir.
İLK DEFA: Osmanlı’dan beri uğraştığımız bir karşı taraf olmuştur. Hep ötekidir, dışarıdadır, kendimizden olmayandır. Ama ilk kez kendi dilimizi kullanan, kendimiz gibi yaşayan, aynı mahallede oturan, aynı camiyi paylaşan insanlar söz konusu.
TEMİZLİK BİTMEDİ: Ve hiçbir zaman da bitmez. Bu yapıların kökü kazınmaz. Paralel içinden bile paralel çıkar. O da var, pratikte karşılaşıyoruz.
UYKUYA YATTILAR: Biri, birine liste götürüyor, “Bunlar paralelci” diye... Bir araştırıyorsun, listeyi götüren kişinin kendisi paralelci. İşin içine takiye girdi mi problem büyük. En kötüsü de uykuya yatmaları.
BAŞBAKAN’A ANLATTIM: Bu gelişmeleri Başbakan’a anlattım. “Hayır, arkadaşlarımız bizim gibi düşünüyorlar, aynı kıbleye bakıyoruz” cevabını aldım.
CİZVİT PAPAZLARI GİBİLER: Pensilvanya dediğimiz yer eski Cizvit Papazlarının yeridir. Bunlarla aynı bakış açısı... Onların da temeli eğitim ve gizlilikti. Eğittikleri adamları aynen şimdiki gibi bir takım kurumlara yerleştirip onlara “Sen bizimle irtibat kurmaya çalışma, biz zamanı gelince seninle kontağa geçeriz. Belki de hiç gelmeyiz” derlerdi. Aynı durum. İşte bu yüzden bu yapının temizlenmesi zor. Alttan alta o damar uykuya yatar.
Günahını almışız, meğer adam şaraptan çok iyi anlarmış
AYNAROZ Manastırı’na birlikte gidip, aynı odayı paylaştığım arkadaşım Ali Esad’dan zehir zemberek bir itiraz mektubu geldi.
Kelimesine dokunmadan yayınlıyorum.
“Değerli Aynaroz Yoldaşım... 15 Ağustos 2014 yazını okurken, hasta bir Galatasaraylı olarak, iç geçirerek takip ettiğim iki futbol adamına rastladım.
Eskiden beri GS’nin başında Sir Alex olsa diye heveslenir dururum.
Hatta kulis bile yaptım: Selahattın Ağabey’e, Ferguson bize ne kadar yakışır diye, asıldığımı hatırlıyorum.
Yazını ortalayınca, sayende, Mourinho namlı hırs yumağının, Sir Alex’e açık saldırısından haberdar oldum:
“İyi teknik direktör olabilir ama, şaraptan anlamaz.”
Bu benim kitabımda çok ağır bir laf!
Üstelik doğru değilse...
2014 Mayıs ayında dünyaca ünlü müzayede evi Christie’s, Hong Kong’da Sir Alex’e ait şarapların bir kısmını sattı.
Sonuç 2.5 milyon Euro oldu!
Yakından takip ettiğim müzayedenin yıldızı 1997 mahsulü bir Romanee Conti idi.
Bir Methuselah (6 litrelik şişe) 100 bin Euro’nun üstünde fiyat buldu.
Sana yazmadan önce,Christie’s baş şarap uzmanı David Elswood ile konuştum. David, bana Sir Alex’in özellikle Burgundy şarapları konusunda istisnai bir zevki olduğunu anlattı:
“Manchester United’da futbolcu seçerken gösterdiği performanstan bile daha yaratıcı...”
Mourinho için muhalefet şerhimi yazarken düşündüm.
Portekizli ne diye böyle manasız bir sataşmada bulundu?
Bence bu Portekizlilerin “fıtratında”...
Yaptıkları kayda değer bütün içkilere, şaraplara İngilizler başladı.
Çoğu hâlâ İngilizlerin elinde...
Hatırla; bize Aynaroz’da ne öğrettiler?
“Kibir yok!”
Gelecek sefere, Aynaroz’a giderken Mourinho’yu da yanımıza alalım.
Sevgiler.”
Hiç itirazım yok. Sadece şunu söylemek istiyorum. Sevgili Ali, “Kibirden kurtuluş” seyahatine çıkacaksak ve bir boş kontenjan varsa, Türkiye’den de birini yanımıza almak istiyorum.
Paylaş