Paylaş
‘BİZ bu bölgenin çocukları, birer kaza ürünüyüz. Yüzde 90'ımız bir şişe viskiden sonra peydahlanmış birer cumartesi gecesi özeliyiz.’
Geçen ay piyasaya çıkan Beatles Antolojisi kitabı, John Lennon'un bu sözleriyle başlıyor.
Cumartesi gecesi çocuklarına ayrılmış paragraf şu cümleyle bitiyor:
‘‘Bizler planlanmamış çocuklarız...’’
‘‘Planlanmamış çocuk’’ olmak iyi bir şey midir, yoksa kötü mü?
Bilmiyorum.
Ama zaman zaman ben de kendi kendime bu soruyu sormuşumdur.
Neticede hangimiz planlanmış çocuğuzdur ki...
* * *
Penny Lane, onun annesi ve babasıyla yaşadığı banliyönün adıymış.
‘‘Sergeant Peppers Lonely Hearts Club Band’’in bu muhteşem şarkısı, demek ki John Lennon'un doğduğu yere aitmiş.
Yani memleketine...
Penny Lane için şunları söylüyor:
‘‘Bazı insanlar doğum yerlerini sevmezler. Belki de tatsız hatıraları vardır. Ama ben sağlıklı ve tatlı bir çocukluk geçirdiğim Liverpool'u severim. İnsan başka yerleri de sevebilir. Ama doğum yeri doğum yeridir.’’
Ben de öyle düşünüyorum.
Ankara'yı, Paris'i, hele hele İstanbul'u çok sevdim.
Ama İzmir hep o İzmir olarak kaldı.
Doğum yerim, ana rahmim olarak.
John Lennon'la kesiştiğimiz başka duraklar da var.
Mesela uçmak duygusu.
‘‘Bütün hayatım boyunca uçmayı hayal ettim’’ diyor.
Ve uçmayı müthiş bir şiirsellikle şöyle tarif ediyor:
‘‘Gökyüzünde yüzmek...’’
Hafif, sakin, durgun hareketlerle yüzmek.
Delikanlılık çağı, insanın onsekizleri hayaller çağıdır.
İlk ‘‘Imagine’’ o yaşlarda, tam da 15'lerinde falan bestelenir.
John Lennon, ‘‘Bütün çocuklar 18'ine kadar desenler çizer, şiirler yazar’’ diyor.
Ama yirmilerinde birileri karşınıza çıkıp, ‘‘Sende iş yok, senden bir bok olmaz’’ dediği zaman bütün bu hayaller, görünmeyen bir asit çukurunda erir gider.
Geriye ancak, bu çukurun gazileri kalır.
İşte ikinci ve hakiki ‘‘Imagine’’ kuşağı bu gaziler arasından çıkar.
‘‘Sergeant Peppers Lonely Hearts Club Band’’ plağını ilk defa İzmir'de Büyük Efes Oteli'nin loş bir salonunda dinlemiştim.
Bir Dual pikabı, salondaki sahnenin kenarına koyup sonuna kadar dinlemiştik.
İkinci Beatles devrimi başlıyordu.
‘‘Lucy in the sky’’, uçmayı hayal eden bir kuşağın neredeyse milli marşı olmaya adaydı.
* * *
Bu plak ‘‘Ye ye’’ dönemimizi kapatıp, felsefi dönemimizi açıyordu.
Artık ‘‘Imagine’’ yaşına geliyorduk.
Askeri bando kıyafetli Beatles'ın arkasında kimler poz vermiyordu ki...
Karl Marx, Dylan Thomas, H.G.Wells, Oscar Wilde, C.J.Jung, E.A.Poe, Aldous Huxley, Gandhi...
Ve daha kimler...
‘‘She loves you’’ ve ‘‘Love me do’’ bir daha geriye gelmemek üzere hayatımızdan çıkıyordu.
Nihayet kendi yaşımıza uygun Beatles'ı keşfediyorduk.
Ufukta Pink Floyd görünmüştü.
Artık ‘‘Uçmak’’ hayal olmaktan çıkıyordu.
* * *
Sonra yıllar geçti.
12 Eylül geldi.
Hayatımda ilk defa Tunus'a gidiyordum.
Roma'da uçak değiştirecektim. Dört saat zamanım vardı.
John Lennon öldürülmüştü.
O gün Roma Havaalanı'nda durmadan John Lennon çalıyordu.
Terminalin sakin bir kenarına çekilip uzun uzun ama hıçkırmadan ağlamıştım.
Dört beş kere ‘‘Imagine’’ çalmıştı.
Önümden kırmızı renkli üniformalar içinde sessiz bir çocuklar bandosu geçmişti.
Bir şişe viskiden sonra peydahlanmış özel cumartesi çocukları...
Penny Lane'lerinden, Kahramanlar'ından, oradan buradan, memleketlerinden bir türlü kopamayan masum çocuklar bandosu.
Sessiz marşları, duyulmayan gürültüleriyle uzaklaşıp gitmiştiler ve o gün orada, Roma Havaalanı'nın tenha bir köşesinde şunu anlamıştım:
Ergenliğin orta yaşına gelmiştim ve benim muhatabım artık kötülerdi.
Sadece kötüler...
Paylaş