Paylaş
İçindeki resmi görevli, mektupları bırakmak için binaya girerken, arabanın motorunu açık bırakıyor.
İşte bu sırada yaşlı bir kadın arabanın yanına gelip kapıyı açıyor ve kontak anahtarını çevirerek motoru stop ettiriyor.
Biraz sonra şoför işini bitirip döndüğünde ona şunu söylüyor:
“Bu, devlete ait bir araba. Benim vergilerimle çalışıyor. O nedenle motoru açık bırakıp verdiğim vergiyi israf edemezsin...”
Bu hikâyeyi öğretim üyesi bir arkadaşımdan dinledim.
Yıllarca önce ABD’de Boston şehrinde tanık olduğu bir olaymış.
* * *
Günlerdir yeni Cumhurbaşkanlığı binası ile ilgili haberleri okuyorum.
Keyifle otursun...
Ama bir vatandaş olarak çok merak ettiğim bir sorunun cevabını da öğrenmek istiyorum.
Arkadaş bu bina kaça mal olmuştur...
Vatandaş olarak bunu bilmek en doğal hakkımdır diye düşünüyorum.
Ama kimse lütfedip cevap vermeye tenezzül etmiyor.
O zaman da kendi kendime söylenmeye başlıyorum.
* * *
“Arkadaş” diyorum...
“Hadi beni muhalif gördüğün için adam yerine koymuyorsun, vatandaş saymıyorsun, ‘Benim cumhurum’ dediğin o nüfus içinde benim vatandaş kimlik numaram yok...”
Tamam... Kabulümdür...
Ama hiç olmazsa kendi cumhuruna, yani sana oy verene bunun hesabını ver.
Onların kulağına söyle...
Ama onlara da söylemeye tenezzül etmiyorsun.
* * *
İşte o zaman, Maliye Bakanlığı binasının üzerindeki o sözü hatırlıyorum:
“İradesiyle kendini vergilendiren halk millettir...”
Tabiatıyla merak ediyorum.
AKP’ye oy verenler niye sormuyor, niye merak etmiyor...
Üç ihtimal aklıma geliyor.
-Ya ona çok güveniyorlar...
-Ya kendilerini millet gibi hissetmiyorlar...
Ya da...
-Oy verip vergi vermedikleri için sorma hakkını kendilerinde görmüyorlar...
Acaba hangisi...
Sizce hangisi...
Geçmişte gördügüm üç binadaki yalnız adamlar
SIRP diktatörü Miloseviç’le son mülakatı yapan gazeteci galiba bendim.
Belgrad’da o günü çok iyi hatırlıyorum.
Büyük bir sarayın ortasında yapayalnız oturuyordu.
Tek adamların, diktatörlerin yalnızlığını ilk defa orada hissetmiştim.Yıllar sonra Kanal D’nin Romanya’daki kanalının açılışı için Bükreş’e gittiğimde Çavuşesku’nun sarayını görmüştüm.
Devasa bir binaydı... Buz gibiydi... Ruhu olmayan bir binaydı. Tek adam yalnızlığını orada da hissetmiştim.
Bir de Şam’da hissetmiştim bu duyguyu...
Hafız Esad’ın yaptırdığı Şam’a tepeden bakan bina öylesine ruhsuz, öylesine korkutucuydu ki...
Bu binalar, bir ülkenin yönetim merkezi olmaktan çok, narsist bir tek adamın güç abidesi, istibdat şatosu gibi duruyordu.
Her üçünde de derin bir yalnızlığı ve en az onun kadar derin bir korkuyu sezmiştim.
Her üçü de korkuyordu.
Sanki kendilerini güvende hissetmek için, birer ortaçağ şatosu dikmişlerdi kendilerine...
Oysa kâğıt duvarlar gibi bir günde yıkıldılar.
Meclis mi daha yücedir saray mı daha yücedir
TÜRKİYE Büyük Millet Meclisi’nin yerleşim alanı 19.372 metrekare.
“Faydalı iç mekânlarla” birlikte bu 56 bin metrekare oluyor.
Yeni Cumhurbaşkanlığı binasının yerleşim alanı ise 40 bin metrekare...
Yani Cumhurbaşkanlığı’nın yerleşim alanı TBMM’den
bile büyük.
Veya faydalı alan kavramı ile ne kastediliyor, onu da katarsanız, neredeyse ona eşit.
Bu karşılaştırma aklıma şu soruyu getirdi.
Demokratik bir ülkede Cumhurbaşkanlığı Sarayı mı daha yücedir, yoksa Meclis mi...
İyisi mi demokrasi ile yönetilen bazı ülkelere bakalım.
-Erdoğan’ın yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın arazisi 210 bin metrekare ve 1000 odası var.
-İngiltere’de kraliçenin oturduğu Buckhingam Sarayı 77 bin metrekare üzerinde ve oda sayısı 775.
Orada yürütmenin başı olan başbakana gelince...
Biliyorsunuz bir mahallenin 10 numaralı evinde oturuyor.
-Fransa’da Elysee Sarayı 11 bin metrekare arazi üzerine oturuyor.
Onun da bir adresi var.
Saint Honore Sokağı 50 numara.
-Bizim “Beyaz Saray” dediğimiz ABD Başkanı’nın oturduğu yerle karşılaştırmıyorum.
Çünkü oranın adı saray bile değil. İngilizcesi “Beyaz Ev”.
Sinan Ali’den iyi bir Instagram fırçası yedim
ÖNCEKİ gün torunum Sinan Ali’nin okulundaki Cumhuriyet Bayramı törenini izledim.
İlkokul çocuklarının yaptığı danslar, söylediği şarkılar çok hoşuma gitti.
Sinan Ali’nin çok güzel bir fotoğrafını çekip Instagram hesabıma koydum.
Bugüne kadar hiçbir fotoğraf için bu kadar “like” almadım.
Sonra akşam evde hiç beklemediğim bir şeyle karşılaştım.
Sinan Ali geldi ve annesine, bana, Serpil ablasına aynen şunu söyledi:
“Bana sormadan fotoğrafımı Instagram’a koyma hakkınız yok.”
Düşündüm... Utandım.
Çok haklıydı...
Dokuz yaşında bir çocuk bana güzel bir Cumhuriyet Bayramı dersi vermişti.
İlk işim, TED’deki öğretmenine, torunuma böyle kişilikli bir eğitim verdiği için teşekkür etmek olacak.
Cumhuriyet, karakterli ve modern çocuklar yetiştiriyor...
Ona da sevindim.
Paylaş