Paylaş
İşte bize bir örnek olay...
Hem de Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’dan...
***
Selanik yılları...
Evin kapısı çalınıyor... Mustafa Kemal hızla aşağı inip kapıyı açıyor...
Karşısında 30’lu yaşlarında siyah saçlı, çakır gözlü, sülün gibi bir kadın var...
Mustafa’nın kalbi çarpmaya başlıyor...
***
Gelen, Selanik’in en güzel kadınlarından biri olan şehrin tanınmış şantözü Kalyopi’dir...
Zübeyde Hanım daha o an kadının niye geldiğini anlamıştır.
Oğlu Mustafa kendinden yaşça epey büyük olan bu kadına âşıktır.
Kadın Zübeyde Hanım’a, “Size anlatacaklarımı üzülmeden dinlerseniz sevinirim” diyor ve devam ediyor:
“Mustafa Bey’le on günden beri tanışıyoruz. Çok sevimli bir çocuk ve ben de sizinle görüşmeye karar verdim.”
***
Olay şudur: Mustafa Kemal, Kalyopi’ye âşıktır.
Kadın da onu çok beğenmektedir, ama aradaki yaş farkı dolayısıyla, onu üzmeden bu işi bitirmek istemektedir.
“Oğlunuz beni seviyor. Onun yaşındaki gençlerde bu gibi duygular uyanırsa hayret etmemeliyiz. İlk aşklardır bunlar. Ama aramızda büyük yaş farkı var. Oğlunuza yüz vermesem üzülecek. Onun için Mustafa Bey’i reddetmedim. Konuştum, görüştüm ve bir abla gibi anlayış gösterdim. Aklı başında bir insanım ben. Oğlunuzun bir buhrandan kurtulmasına tıpkı bir abla gibi yardım etmek isterim.”
***
Sizce bu sözleri dinleyen bir annenin ilk tepkisi ne olabilir?
Zübeyde Hanım’ın ilk sorusu şu oluyor:
“Sizi çok mu seviyor Mustafa...”
Kalyopi, “Gençlerin ölçüsü yoktur, Bütün mesele bu ilk aşkları tehlikesiz yaşamaktır” diye cevap veriyor.
***
Ardından Zübeyde Hanım’ın şu ikinci sorusu geliyor:
“Oğlum sizi rahatsız ediyor mu Kalyopi Hanım?”
Yani “Umarım taciz etmemiştir” demek istiyor...
***
İşte Selanik’e bağlı Langaza kasabasında doğmuş bir Türk kadının ilk tepkisi bu...
Böyle bir ailede yetişmiştir Mustafa Kemal...
O ailenin verdiği eğitimle bu Cumhuriyet’in temellerini atmış, kadınlara bu hakları vermiştir.
***
Peki Kalyopi Hanım’ın, annenin sorusuna cevabı ne olmuştur?
Bir de bu olayı anlatan kimdir?
Onları da ikinci ve üçüncü yazıda anlatayım.
KALYOPİ HANIM OĞLUM SİZİ RAHATSIZ EDİYOR MU
KALYOPİ Hanım’ın bu soruya cevabı da ilginçtir:
“Hayır. Yalnız beni nerede bulacağını biliyor ve kapı önünde bekliyor. Biraz konuşuyoruz o kadar. Bazen bana ufak bir mektup veriyor. Okutuyorum. Oğlunuz güzel yazıyor.”
Zübeyde Hanım soruyor:
“Ne yazıyor bu mektuplarda?”
“Beni çok seviyormuş. Allah bağışlasın güzel oğlunuz var. Aynı yaşta olsaydık, belki birbirimizden ayrılmazdık...”
BU OLAYI ANLATAN ‘MAKBUŞ’ KİMDİR
ZÜBEYDE Hanım’la ilgili bu hatırayı anlatan kişi, Mustafa Kemal’in “Makbuş” diye seslendiği kız kardeşi Makbule Hanım’dır.
Bilmiyordum, meğer Halide Edip Adıvar’ın da teşvikiyle, bu hatıralarını o günlerde yayına başlayan Yeni İstanbul gazetesinde yazmış.
Thales Yayınları bu yazıları toplayarak, önceki hafta bir kitap halinde yayınladı.
Çok severek okudum.
Annesinin evlilik günlerinden başlayarak yazmış hatıralarını.
Çok insani ayrıntılar var. Mesela annesinin evlendiği günlerde âdet olduğu üzere yüzüne ağda yapılmasına kadar detayları aktarıyor.
Makbule Atadan: “Büyük Kardeşim Atatürk”, Thales Yayınları, 2018
DÜNYA 68 MAYIS TARİHİNDE DENİZ GEZMİŞLER NİYE YOK
BU yıl 68 gençlik hareketlerinin 50’nci yılı...
Bedri Baykam bunu anmak için bir sergi hazırlamış ve bir de bu serginin dergisini yayınlamış.
***
Baykam’ın dergiye yazdığı yazıda “Batının utanılası 68 ırkçılığı” başlıklı bir bölüm var.
Şöyle diyor:
“Dünyada binlerce kitap çıktı ve çıkmaya devam ediyor... Bunlardan her biri Berkeley’den, Washington’dan, Columbia Üniversitesi’nden, Almanya ve Rudi Dutschke’den, Prag ve Alexander Dubçek’ten söz ediyor. Hiçbirinde Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya bulunmuyor. Sanki Türkiye 68’i hiç yaşamadı, hiç iz bırakmadı da kimse bu arkadaşlarımızı yurtdışında duymadı.”
Arkasından da soruyor:
“İlla bu hikâyenin her kahramanının mutlaka Avrupalı mı olması lazımdı...”
***
Doğru bir soru ama bence bununla birlikte Türk öğrenci hareketinin 68’i yaşama biçimini önyargısız ele almak gerekmez mi...
O yıl Türkiye dışında dünyanın hiçbir yerinde solcular tarafından insan kaçırma, çocuk rehin alma olayı yaşanmadı...
***
Maalesef Türk sol gençlik hareketine 68 ve özellikle de onu izleyen 70’lerde terör karıştı...
Bu olaylar da Türk 68 Mayıs hareketinin masumiyetini yitirmesine yol açtı...
Sonunda Mustafa Kuseyri’nin öldürülmesi gibi kirli olaylar bile yaşandı...
CHRISTIE’S BİLMEDEN NASIL BİR REMBRANDT’I BEDAVAYA SATTI
DÜNYA sanat çevreleri önceki haftadan beri çok ilginç bir olayı konuşuyor.
Dünyanın en ünlü iki müzayede şirketinden biri olan Christie’s bundan 18 ay önce bir portre tabloyu 26 bin dolar üzerinden satışa çıkardı.
Birkaç sanat koleksiyoncusu tablo için arttırmaya katıldı ve sonunda 180 bin dolardan Jan Six adlı bir sanat koleksiyoncusu bunu, adını vermediği bir müşterisi için satın almıştı.
Geçen hafta ne oldu biliyor musunuz?
Satılan bu portrenin Rembrandt’ın “en ustaca yaptığı portrelerden biri” sayılan “Genç Bir Centilmenin Portresi” adlı tablosu olduğu açıklandı.
Böylece ünlü ressamın yaptığı tablo sayısı da bir artarak 342’ye yükseldi.
Tablo geçen haftadan itibaren Amsterdam’ın Hermitage Müzesi’nde sergilenmeye başlandı. Şu an için biçilen değeri ise 13 milyon dolar civarında....
Christie’s böyle bir şeyi nasıl atladı?
Rembrandt uzmanları nasıl uyudu...
Hayretler içindeyim...
‘X MEN’ BİR ÇERNOBİL KURBANINI NASIL KURTARDI
ÇERNOBİL faciasından sonra bu nükleer santrala ilk giren 10 gazeteciden biri benim. 1987 yılında, faciadan sonra dünyadan 10 gazeteci santralı gezip izlenimlerini yazmıştı.
O günü hâlâ unutamıyorum. Özellikle Pripyat kasabasında terk edilen evlerin görüntüsü hâlâ gözümün önünde...
Geçen hafta öğrendim.
Hollywood Çernobil’in dizisini çekmeye hazırlanıyormuş. Aynı günlerde Psychology Today dergisinin mayıs ayı sayısında Janina Scarlet adlı Ukraynalı bir genç kadının hikâyesini okudum.
Çernobil kazası olduğunda 12 yaşındaymış ve direkt radyasyona maruz kalmış.
O yıl ailesi ile birlikte Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etmişler. Şimdi iyi bir psikolog olmuş.
“Benim hayatımı seyrettiğim ilk X Men filmi kurtardı” diyor.
O filmin “Mutant” karakterleri de olağanüstü doğa olayları ve nükleer etkilere maruz kalıp insanlık dışı güçler elde etmişlerdi.
Şimdi size onun “süper kahraman terapisi”ni anlatayım.
MUTSUZ TÜRKLER İÇİN SÜPER KAHRAMAN TERAPİSİ
JANINA Scarlet benim de çok inandığım ve çocukluğumdan beri yaşadığım bir haletiruhiyeyi anlatıyor.
Kendinizi bir kahraman haline getirin diyor.
Bir roman veya sinema kahramanı...
Onun kimliğinde yaşayın diye devam ediyor.
***
Ama söylediği asıl önemli olan şey şu:
“Herkesin yaşadığı, en sıradan gibi görünen şeyler bile çok ilginç bir hikâye haline gelebilir...”
Sonra da bunları yazın diyor.
Yayınlansa da, yayınlanmasa da bunları sosyal medyadan duyurabilirsiniz.
Böylece bir zamanlar Nokia’nın o harika “Connecting People”, yani “İnsanları birleştirir” mottosu kolektif bir terapi haline gelir.
***
Çünkü insanların hikâyelerini paylaşmaları, yaşadıkları acıları, korkuları, yalnızlıkları paylaşmaları, bağımlı insanlar için uygulanan grup terapilerine dönüşür.
BENİM SON SÜPER KAHRAMANIM: MARV
BEN uzun yıllar Albert Camus’nün “Yabancı” romanının kahramanı Meursault olarak yaşadım.
19 yaşıma geldiğimde ise Erich Maria Remarque’ın “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” romanının çocuk yaşta savaşa giden kahramanlarından birine dönüştüm.
Savaştan nefret ettim.
Şimdiki yaşlarımda ise artık çizgi roman kahramanları olarak yaşıyorum.
Tavşan Kardeş, Schrek, Kötü Kedi Şerafettin, Sin City’nin kahramanı Marv...
Bunlar da benim “tek kişilik tarikatımdaki tek kişilik süper kahraman terapim”.
Gettomda böyle direniyorum.
BU HAFTAKİ ŞARKIM
Deepend, Younotus, Martin Gallop: “Wake Up in Bangkok”...
Ritim harika... Ses harika... Allegro ma non troppo... Hızlı ama o kadar değil...
Tam bu haftaya ve bu haftaki bana göre...
Tavsiye ederim yani...
Ama yüksek sesle dinleyeceksiniz...
Veya kulaklıkla...
İÇERİ ATTIĞINIZ ÇOCUĞU NE KADAR TANIYORSUNUZ
BİLEBİLDİĞİM kadarıyla 12 Eylül’den beri ilk defa bir şarkıcı, söylediği şarkının sözleri nedeniyle içeri atıldı.
Ezhel şu an Türkiye’nin Kendrick Lamar’ı...
“Geceler” şarkısını sadece Spotify’da 13 milyon insan dinledi. “İmkansızım”ı ve “Şehrimin Adı” şarkılarının her birini 10 milyon kişi indirip dinledi. Konserleri dolup taşıyor...
Ceza, Tahribat-ı İsyan ve bütün öteki Türk hiphop’çıları şu an genç bir nüfusun gerçek nabzını tutuyorlar.
Şarkılarında öfke ve isyan var...
Sadece onu içeri atanlara değil, hepimize öfkeleri var.
Bence onları içeri atmak yerine sözlü olarak uyarmak, eleştirmek, hatta uyuşturucuya karşı eğitici kampanyalarda onlardan yararlanmanın yollarını aramak çok daha etkili bir politika olurdu.
Paylaş