“Yarım saat sonra gelin” dediler.
Yer bulamam diye salonun önünden ayrılmadım. Birinci sırada oturmak istiyordum.
Heyecanlıydım, çünkü yıllardır izlediğim genç bir insanı görecek, dinleyecektim.
Adı Sean Parker’dı.
İlk defa, “Napster” adlı, bedava müzik indirme sitesini kurduğu zaman işitmiştim adını.
Ama dünyanın büyük bölümü, onun adını, David Fincher’ın yaptığı, “Facebook”u anlatan filmiyle tanımıştı.
Filmin asıl kahramanı “Facebook”un kurucusu Marc Zuckerberg’di.
Ben dahil birçok kimse, “Sean Parker” karakterini daha çok beğenmişti.
O rolü, “Justin Timberlake” çok başarılı biçimde oynuyordu.
Çizdiği karakter, olağanüstü genç bir adamdı.
Biraz değil, kendinden emin; o güveni cazibeli bir ukalalığa çevirmiş.
“Facebook”un kurucu patronuna, “Mütevazı olma, yükseklere bak” diyordu.
“Bir milyonluk şirket değil, bir milyar dolarlık şirket hayal et” diyordu.
Parlak bir zekâydı. Aynı zamanda hayatını dibine kadar yaşıyordu.
İşte bu adamı tanımak istiyordum.
Doğrusu söyleyeceklerinden çok, filmdeki tipe ne kadar benziyor, onu görmek istiyordum.
Çünkü gözümde, genç neslin en parlak kahramanlarından biriydi.
Yani niyetim alenen “sitcom”du.
Parantez açayım: Davos’a indiğimden beri okuduğum, dinlediğim şeyler bana “sitcom” modelinin ne anlama geldiğini daha da iyi öğretti.
Max Weber’i yeniden okuyacağım ve sitcom teorisini geliştireceğim.
* * *
Salona ilk giren bendim.
Geçen yıllardan tanıdığım Jeff Jarvis panelin moderatörüydü.
Üç konuşmacı vardı.
Sean Parker’ı ise konuşmacıları “challenge” etmekle, yani onlara meydan okumakla görevlendirmişlerdi.
Tam filmdeki tipe uygun bir rol değil mi?
İlk şoku Jeff’le sohbet ederken yaşıyorum.
“Sean hasta olmuş, gelip gelmeyeceği belli değil” diyor.
Bir anda yıkılıyorum.
Panel başlıyor. İlginç şeyler anlatılıyor ama aklım Sean Parker’da.
On dakika sonra kapı açılıyor ve genç bir adam içeri giriyor.
Müthiş bir parlaklığı var. Aurası, yaşının çok üzerinde.
İlk izlenimim, “Justin Timberlake”, gerçekten çok iyi bir seçimmiş.
* * *
Gelip Jeff’in yanına oturuyor. Nezleli olduğu belli.
Hafif terliyor. Ceketini çıkarırken, cebinden bir şey düşüyor ama o fark etmiyor.
Düşürdüğü şeye bakıyorum, astımlı hastaların kullandığı sprey gibi bir şey.
Herhalde solunum yollarını rahatlatmak için kullanıyor.
Sprey bütün konuşma boyunca yerde kalıyor.
Üzerinde takım elbise var. Gömleğinin yakaları yumuşak ve iyi gitmiş.
“Tom Ford” olduğunu tahmin ettiğim bir gözlük takmıştı. Filmdekine yakındı.
İçine yelek giymiş. Yani moda ama, klasik bir elbise.
Nerede Marc Zuckerberg’in jean ve tişörtten ibaret gardırobu, nerede bu takım elbise.
Ama dikkat, adamım bir yerden işaretini veriyor.
Çorapları...
Alacalı bulacalı çoraplar giymiş.
Sonra filmdeki restoran sahnesini hatırlıyorum. Justin Timberlake’in üzerindeki siyah takım elbise ve siyah gömlek, jilet gibiydi.
* * *
Filmdeki karakterin, hak edilmiş bir ukalalığı vardı.
Davos’taki Sean Parker’ın öyle ukala bir havası yoktu.
Soruları nazik biçimde soruyordu. Çok aykırı fikirler ortaya atmıyordu.
En çok dikkatimi çeken şey ise, müzik endüstrisinin kurtarılmasıydı.
Çin mobil telefon şirketinin başkanına sorduğu soru ilginçti.
“Müzik endüstrisi internetten çok büyük darbe yedi. 45 milyar dolarlık endüstri bugün 16 milyar dolara indi. 600 milyon abonesi olan ve müzik indiren bir mobil telefon şirketinin başkanı olarak müzik endüstrisine ne tavsiye edersiniz?”
Kurduğu Napster’la müzik sanayiinin başına en büyük derdi açan insan bu soruyu sorarsa ne düşünürsünüz?
Ben, “Acaba vicdan azabı mı çekiyor” diye düşündüm.
Ama belki de müzik piyasası için artık geri dönüş olmadığı için, müzikten para kazanmanın yeni yaratıcı yollarının bulunması gerektiğini kastediyordu.
* * *
Toplantı bittikten sonra biraz sohbet ettik.
Göğsümdeki kartta “Türkiye” yazısını görünce, “Türkiye Facebook’un büyük ortağı” dedi.
Evet, 20 milyon paylaşanı ile “Facebook Türkiye” artık dünya çapında bir sosyal gerçeği ifade ediyor.
Toplantı sırasında filmi sormak istedim ama etraf o kadar ciddi insanla doluydu ki, utanıp soramadım.
Daha sonra sohbet ederken, “Siz de Justin Timberlake kadar iyi görünüyorsunuz” dedim.
Gülerek, “Bu hastalıktan şişmiş suratımla beni böyle görüyorsanız ne güzel” dedi.
Bu cevaptan anladım ki, kişiliğinde, en az filmdeki karakter kadar güçlü bir narsizm var.
Olmalı da. Böyle dâhi çocuklar narsizmi iyi taşırlar.
Davos benim için bu güzel “sitcom”la başladı.
Küçük bir bilgi: Sean Parker’ı dinlemek için sabahın erken saatinde kalkıp oraya gelen bir Türk daha vardı.
İhlas Holding’in genç nesil patronu Mücahit Ören...
Kapıda ise çok sayıda fotoğrafçı ve kamera bekliyordu.