Paylaş
Oysa “O” kimdir, adı nedir, şimdi nerede yaşar bilmiyorum.
Bildiğim tek şey, “Vatan” dediğimiz bu toprakta, adını bırakın Büyük harfle, altın harflerle gönlümüze yazmamız gerektiğine inanıyorum.
Eğer bir yere “Vatan” diyorsak.
Eğer vatan dediğimiz o toprağın üzerinde yaşamayı “hak etmek” gerekiyorsa.
Soruyorum.
Bu çocuktan daha fazla hak eden kim vardır, kimler vardır?
* * *
Sayıları kaçtır, onu da bilmiyorum.
Bildiğim tek, şey, bir kısmı toprağın altında, diğeri orada burada...
Orada burada kalanları sorarsanız.
Bir kısmı yalnız ve hüzünlü evlerde.
Bir kısmı ise ne bileyim, bir rehabilitasyon merkezinde.
Evet işte o çocukları düşünüp, kendimi onlardan birinin yerine koyuyorum.
Yaşı...
Siz deyin 20-22, ben diyeyim 25, bilemediniz 30.
Hayatın henüz baharında.
İki ayak kopmuş.
Eh biraz şansı yaver gitmişse, bir kolunu vatana diyet verip kurtarmış.
Öteki dersen bahtsız, lanet bir tekerlekli sandalyeye çakılmış kalmış.
Bacaklarını alıp götüren o kahrolası patlamanın sesi hâlâ kulaklarında.
Kalleş bir mayın, bedeninin alt tarafını, üst tarafını alıp götürmüş.
Belki de bir göz, hatta ikisi birden gitmiş.
Ruh desen, zaten orada bir enkaz kalmış.
İki göz üç metrekare bir yuva.
İşte orada, tek başına ya bir yatağa, ya bir tekerlekli sandalyeye çakılmış kalmışsın.
İçinde bir yerde hâlâ “Vatan sağ olsun” yazıyor.
Karşında bir televizyon, yapayalnız seyrediyorsun.
Kendimi işte o çocuğun yerine koyuyorum.
* * *
Bir bakıyorsun ki, dağda peşine düştüğün o adamlar ellerini sallaya sallaya geliyor.
Kim o adamlar?
Senin bacaklarını alıp götüren mayını koyanlar değil mi?
Ay yıldızlı bayrağa sarılı tabutla memleketine uğurladığın arkadaşını paramparça eden mayını da o adamlar yerleştirmedi mi?
Şimdi onlar el bebek gül bebek, sen ise mahzun.
Dışarda akranların kollarını sevgililerinin beline sarıp dolaşırken, bu alın yazısı sana sarılacak bir tek kol, aynı yağmurlar altında yürüyecek bir tek bacak bırakmamış.
Peki ya bu savaş? “Vatan sağ olsun” diye olmayan bacaklarının üzerinde dimdik durmaya çalıştığın o ideal?
Vatanseverlik...
“Bu bedeli niye ben ödedim?”
Talihsizlik kuşu kona kona benim başıma mı kondu?
Demez misiniz?
Siz olsanız, siz de bacağınızın yerine takılan o soğuk protezi birilerinin suratına çarpmaz, “Alın diyetinizi, verin bana bu genç isyanımı” diye haykırmaz mısınız?
Bu devlet size, ne yaptığını, neden yaptığını anlatmamışsa, anlatamamışsa, gözünüzde artık ne devlet kalır, ne birlik.
O isyan içinizde ne vatan bırakır, ne millet.
Vatan olmayınca vatanseverlik neye yarar ki.
Bu isyandan geriye ne kalır?
Boşu boşuna harcanmış bir hayat.
Bozuk para gibi harcanıp gitmiş bir gençlik.
O müsrif, o savurgan kimdir?
Sen mi, yoksa seni o cepheye süren devletin mi?
Ne fark eder.
O bacaklar, o kollar koptuktan; o gözler karardıktan, o gençlik gittikten sonra, sen müsrifmişsin, yok devletmiş, bu muhasebenin, bu bilançonun ne manası kalır.
* * *
Dün Meclis’te görüşmeler yapılırken, işte kendine vatan diye kalmış, iki bakla bir sofa evde tek başına oturan o çocuğun yerine koydum.
O’nun adı “Gazi...”
Ey siyasiler, ey bu ülkede barış isteyenler, sizler, bizler...
Hepimiz gidip “açılım” dediğimiz, savunduğumuz şeyi önce o çocuğa anlatmalıyız.
Önce onun gönlünü, kalbini, ruhunu kazanmalıyız.
“İcazet” dediğimiz şeyin bu gökyüzünün altında bir tek olumlu manası varsa, işte bu çocuğun icazetidir.
Önce o...
Görevlendirilecek 30-40 AK Partilinin ilk kapısı o çocuk olmalı.
Önce O’na anlatmalı.
Anlatmalı ki, onu sokaklardan, arkadaşlarından, kızlardan, sevgililerden; hayattan ayıran fedakârlığın bir manası olsun.
Yoksa o protez bacak hepimizin suratında patlar ve bizde ne surat bırakır, ne hayâ...
Paylaş