Paylaş
Cıvıl cıvıl bir cadde.
Üçer-beşer metre arayla asılmış harika Türk bayraklarından oluşan uzun bir Cumhuriyet tünelinden geçiyor gibiyim. O meşum soru bir kere daha aklıma geliyor. Bu ülkenin tarihi ne zaman başlamıştır...
Yani, adı Türkiye Cumhuriyeti olan bu ülkenin miladı nedir?...
Bugünün harika çocuklarını doğuran o ülke ne zaman medeniyet startı almıştır...
***
Bazıları pervasız ve nobran bir ifadeyle, kendi kendilerine “Yeni” sıfatı ekledikleri Türkiye’nin, 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle başladığını iddia ediyor.
Kanunlarımızda “Patavatsızlık” diye bir suç yok.
Ama tarihi patavatsızlıklar, megalomaniler, kibir ve nobranlık nöbetleri yazmıyor.
O yüzden “Modern Türkiye’nin tarihi nerede başlamıştır” sorusunu sormak zorunda hissediyorum.
Çünkü onun 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesi ile başladığını iddia edecek, bugün modern Türkiye adına ne varsa, bütün tarihini yağmalayarak, gasp ederek, Türkiye tarihinin mülkiyetini üzerine geçirmek isteyenlere bir çift sözüm var. Öyle olmadı kardeşim.
O iddia tarihe geçse geçse, “en büyük megalomani vakası”, “kendini bilmezlik” numunesi olarak geçecektir.
Adı Türkiye Cumhuriyeti olan bu ülkenin modern tarihi, bir neslin fedakârlıkları ve cesareti ile kazanılan Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, 29 Ekim 1923 günü Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı ile başladı.
Ve sen de, ben de, hepimiz de...
O Aziz Cumhuriyet’in paltosundan çıktık...
O yüzden diyorum ki...
Bu akşam, adı silinmeye çalışılan o semtteki sarayın açılış gecesi hep birlikte bir kere daha düşünelim...
Bazı şeyler geçici olarak sıfırlanabilir...
Ama Cumhuriyet ilelebet payidar kalacaktır ve onun şerefli tarihini kimse sıfırlayamayacaktır.
Kendi dolmakalemi ile kendine özel tarih menkıbesi yazmak isteyenler, o mürekkep daha kurumadan bunu anlayacaktır.
Bir Enver Paşa macerasına gireceksek durup bakalım
ÖYLE anlaşılıyor ki, bu “Esad’ı devirme ihtirası” ve “Ortadoğu’nun abiliği” merakı yüzünden bir asır sonra yine bir Enver Paşa macerasına girmek üzereyiz.
Böyle bir maceraya kalkışanlar önce durup kendi kendine sormalı:
BİR: Arkamda kamuoyu var mı?...
Cevabını ben vereyim.
“Aldığım yüzde 43 oy Türk kamuoyunun tamamıdır” diyorsan, buyur gir.
Ama hiç unutma: Bütün araştırmalar kamuoyunun yüzde 70’inin buna karşı olduğunu gösteriyor.
İKİ: Arkanda sağlam, morali yerinde, kendine güvenen bir ordun var mı?...
Evvelden vardı da, şu 5 yılda yaşanan olaylardan sonra hâlâ var mı?...
Bir düşün. Balkan Savaşı ertesi kadar moralsiz, gemilerine ve uçaklarına komutan bulamayacak kadar eksik bir orduyla gireceksin.
ÜÇ: Dünyada sana sempati duyan, arkanda duran var mı?...
Sen susacaksan ben cevap vereyim.
Yok arkadaş. Hayatında hiç olmadığı kadar yapayalnızsın.
Üstelik mostran bozulmuş, suratın fena halde dağılmış, feci bir haldesin.
Birçok ülkenin gözünde Esad bile senden daha sempatik hale gelmiş durumda.
DÖRT: Bölgede dostun, müttefikin var mı?...
Yok arkadaş. ÖSO diye beslediğin üç-beş kişi dışında bir tek dostun yok. Onun eline silah verdiğin zaman da bil ki, o silah 3 gün sonra IŞİD’ın, El Nusra’nın eline geçecek.
BEŞ: Ekonomin uzun bir savaşa dayanacak güçte mi?...
Bak, büyüme hızın inmiş yüzde 3.2’ye...
Enflasyon çıkmış tekrar 2 haneye...
10 bin dolar kıskacına sıkışmış kalmışsın... Durum böyle kardeşim.
Ama sen ille de gireceğim, ille de Esad’ı devireceğim, ille de bu bölgenin hem abisi hem dayısı ben olacağım diyorsan... Buyur git...
Tunus’tan laiklere iyi haber, İslamcılara iyi bir nasihat
LAİKLERE İYİ HABER Demek ki, İslamcı denilen partiler de seçimle indirilebiliyormuş. Yani iktidara gelecekmiş gibi çalış, yarın başlayacakmış gibi hazırlıklı ol.
İSLAMCILARA UYARI Demek ki seçimle gitmek de varmış.
Yani, bir gün gidecekmiş gibi yönetin. Hiç gitmeyecekmiş gibi hesap yapmayın, hesap verecekmiş gibi davranın.
Yüzde 37 ile iktidar olunmuyor yüzde 43 ile rejim değiştiriliyor
TUNUS’ta laikler şanssız.
Düşünebiliyor musunuz, adamlar yüzde 37 oyla birinci parti olarak çıktılar, ama meclisteki sandalyelerin ancak yüzde 40’ını elde edebiliyorlar. Halbuki, arkalarında askeri darbe hediyesi bir Türk seçim sistemi olsaydı, meclisteki koltukların üçte ikisini bile alabilirlerdi.
1977’de Ecevit ve CHP’nin başına gelen, şimdi onların başına geldi.
Ve kadere bakın...
Arap Baharı’nın başladığı ülkede laik parti yüzde 37 oyla tek başına iktidar olamazken...
Türkiye’de yüzde 43 oyla rejimi değiştirme girişimi yapılıyor.
Sizce bunlardan hangisi demokrat?...
Sizce hangisi Müslüman dünyaya örnek olabilir.
‘Onun’ Genelkurmay Başkanı ‘Bizim’ Başkanımız mı oluyor
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu’nun şu cümlesine dikkat ettiniz mi?
“Olayın olduğu andan bu yana Genelkurmay Başkanımızla, Hakkâri Valimizle, İçişleri Bakanımızla sürekli temas halindeydik.” Son 7 yılda Başbakan’ın ağzından “Benim polisim”, “Benim Genelkurmay Başkanım”, benim şuyum, benim buyum lafları işitiyorduk.
Bu ülkedeki her şey sadece “onundu”...
Şimdi bir başbakan, bu kurumların ülkeye ait olduğunu hissettiren yeni bir dille konuşuyor.
Merak ediyorum.
Bu üslup, devlet yönetiminde yeni ve daha demokrat, daha kurumsal bir anlayışın ifadesi mi?...
Yoksa her şey “Yukardakinin” olduğu için benimsenmiş zoraki bir ifade biçimi mi?...
Yine de yolsuzluklar, rant meseleleri, Hrant Dink dosyalarının açılması gibi konulardan sonra dildeki bu değişiklik de “Acaba bir fark arayışı mı” sorusunu sorduruyor.
İnşallah öyledir...
Paylaş