Paylaş
ONUN hikáyesi, bu yüzyılın başında, bugün Makedonya topraklarında kalmış bir kasabada başlıyor. Usturumca'da.
Oğluna göre tarih, 1904 olabilir.
Oğlu Gündüz Vassaf, onu, ‘‘Ne meşhur bir insan, ne de meşhur insanların yaşamlarına tanıklık etmiş biri’’ olarak tarif ediyor.
Anılarında, nefes kesici tarihi olaylar da yok.
Bu olayların içyüzünü anlatan bölümler hiç yok.
Ama Gündüz Vassaf'ın annesinin, bir yüzyıla uzanan ‘‘şahsi tarihi’’ bu bölgelerde yaşamış milyonlarca insanın ıstırap dolu muhacir ruhlarını öyle güzel anlatıyor ki...
Onları bir araya getirdiğiniz zaman müthiş bir Balkan, Anadolu ve Kafkasya tarihi ortaya çıkıyor.
* * *
Gündüz Vassaf'ın ‘‘Annem Belkıs’’ kitabını okuduğum günlerde Anadolu ve Rumeli mübadilleri, yıllar sonra Selanik'te bir araya geliyorlardı.
Orada başkalarının iradeleri ile yurtlarından kopmuş insanların buluşma sahneleri vardı.
Kitap, böyle bir psikoloji içinde beni daha da etkiledi.
O hayat şu cümlelerle başlıyordu:
‘‘Usturumca'da hacı babamın evinin önündeki sokağı hatırlıyorum. Kaldırım taşlarıyla döşenmişti. İlk defa orada yürümüştüm.’’
Kitap Usturumca'daki mutlu günlerle devam eder.
* * *
Hıristiyan komşuların paskalya yumurtaları, Musevi komşuların hamursuzları, evlenen ablaların düğünleri.
Ta ki o güne kadar.
Evde nedensiz bir telaşın, büyüyen gözlere yansıyan korkunun ilk ortaya çıktığı güne kadar.
Nenesinin kiracısı olan kaymakamın gelip, ‘‘İstila artık kapımızda’’ dediği güne kadar.
Ve atlara binilir.
Küçük çocuklar kucakta, bir daha geri dönmemek üzere yola çıkılır.
Yüz binlerce, belki milyonlarca Balkan dramından birinin muhacirlik günleri böyle başlar.
Çocukların dünyası ise her yerde olduğu gibi farklıdır:
‘‘Biz çocuklar bu ata binmenin sevinciyle hacı babamın evinden bir daha dönmemek üzere ayrıldık.’’ diye anlatır.
Usturumca'da kalanları ise, Batılı tarih kitaplarına bir türlü geçmeyi başaramayan bir Türk soykırımı beklemektedir.
Kaçıp kurtulan küçük aile, Selanik'e ulaşır.
Aynı sırada ailenin Petriç'teki üyeleri de oraya gelir.
Osmanlı muhacirlerinin Anadolu yollarındaki toplanma yeri Selanik olur.
Oradan Anadolu'da birçok muhacirin ikinci durağına doğru hareket edilir.
Burası Akhisar'dır.
Onasis'in ailesi Akhisar'dan kaçarken, Belkıs Hanım'ın ailesi Akhisar'a yerleşir.
Tıpkı benim dedelerim, annem ve babam gibi.
* * *
Burası artık Türkiye'dir. Yani anavatan.
Ama kültür, hayat tarzı çok farklıdır.
Ve ilk şokunu sokakta kendisine, ‘‘Sen Müslüman mısın, muhacir mi’’ diye sorulduğunda yaşar.
Akhisarlılar mandaya ‘‘Dombay’’ derler.
Yemeklerinde zeytinyağı kullanırlar.
Ekmeklerinin üzerine zeytinyağı sürüp, karabiber ekerler.
Ancak Belkıs Hanım'ın nenesi, ne zeytine alışır, ne de zeytinyağına.
‘‘Sanki Usturumca'da alıştığı hayatı sürdürerek kendisine göre daha belirli, daha güvenli bir ortamda yaşıyordu.’’
Ne tuhaf.
Benim babaannem de hayatının sonuna kadar Türkiye'den tek türküyü ağzına almamıştı.
Hep Kırcali türküleriyle yaşamıştı.
Demek ki, toprağından koparılmaya karşı kadınların içindeki isyan ve direniş kendini böyle gösteriyor.
* * *
Belkıs Hanım artık anavatanındadır.
Ama bu defa Yunan işgali kapıya dayanır.
Yine muhacirlik yolları açılır.
Akhisar durmadan el değiştirir.
Bir Yunanlılar gelir, bir Türkler...
Ve hayat böyle sürüp gider.
İmparatorluğun son yılları işte böyle küçük hayatlardan oluşan devasa bir dramdır.
Şimdi bu Amerikalıların bu dramın sadece bir yanını görüp, öteki insanların üzerine kalın bir toz tabakası sermeye çalışması beni hasta ediyor.
Belkıs Hanım kimdir diye sorarsanız, bu müthiş Balkan Hanımefendisi, Zekeriya Sertel'in kız kardeşi, Gündüz Vassaf'ın ise annesidir.
Paylaş