UZUN süredir gönüllü bir inzivaya çekilmişti. Ondan haber alamıyordum. Birkaç internet denemesinden sonra sessizliğe gömülmüştü.
‘‘Hızlı Gazeteci’’ geri döndü.
Necdet Şen'in o müthiş çizgi kahramanı, iki kitap halinde yine karşımda.
* * *
Kendine ve kitabına şu ismi takmış:
‘‘Kırılgan çocuk irisi.’’
Kapaktaki o küt çeneli, dimdik adama bakıyorum.
İlk aramıza katıldığı günden beri, ona çok özenirim.
Özenirim dediysem her şeyine değil.
O mızmız, uzlaşmaz, dik kafalı, eğilip bükülmez, kaskatı tırmalayıcı huyundan pek hazzettiğimi söyleyemem.
Bazen çok basmakalıp bir ‘‘İkinci Cumhuriyetçi’’ prototipine dönüşen münafıklığı, oturduğum yerde bana batar.
Ama gövdesinin üzerinde duruşunu, kılığını kıyafetini, kolalı yakalı, tiril kravatlı lacivert gazeteci elitini iplemeyen hali tavrını da çok severim.
Ayağındaki botundan kolundaki saatine kadar giyimiyle bugünün, hatta biraz da yarının adamıdır.
Çıktığı günden beri, başkalarına değil, daha çok kendi kendine konuşur.
Acayip güzel cümleler kurar.
Müthiş bir kavram mucididir.
Tek arzusu ‘‘evinde oturup mağlubiyetin romanını yazmaktır’’.
Muhalefetini hep müthiş bir üslup ambalajına sarar.
Yıllardır takip ederim. Bugüne kadar bir gazetecilik başarısına rastlamadım.
Ne bileyim, bomba gibi bir özel haber patlatmamış, herhangi bir yolsuzluğu ortaya çıkarmamıştır.
Belki de tek başarısı, ebedi bir muhalefete sadık kalmasıdır. İşte bu yüzden İkinci Cumhuriyetçi'dir ama ‘‘dönek’’ değildir.
Durmadan kendi kendine konuşur, durmadan yerleşik düzeni hırpalar.
Sanki ötekilerin mutlaka ona tahammül etmesi zorunluluğu vardır gibi bir hali vardır.
Bu haliyle kendisini çizen Necdet Şen'le de neredeyse taban tabana zıttır.
* * *
Necdet'i ilk defa Hürriyet'te tanıdım.
Hızlı Gazeteci ne kadar cüsseli, irikıyımsa, Necdet o kadar cılız, tüy sıklet bir çocuktur.
Hızlı Gazeteci'nin etrafında ne kadar başka insan varsa, Necdet'in etrafı o kadar tenhadır.
Hızlı Gazeteci'nin kılık kıyafeti ne kadar dikkat çekiciyse, Necdet'inki o kadar alelade, o kadar göze batmazdır.
Ama Hızlı Gazeteci'yi çizen insan odur.
En az çizgisi, hatta ondan çok daha başarılı bir şekilde yazan da odur.
O yüzden hep kendi kendime sormuşumdur.
Bunca güzel yazı ve bu kadar derin bir felsefe bu çocuktan nasıl çıkar?
Tabii sorarım da, hemen ardından büyük yazarların yüzleri, eciş bücüş gövdeleri gözümün önüne gelir.
Onlar yazıyorsa Necdet niye yazmasın diye kafamdaki tartışmayı noktalarım.
* * *
Necdet iki yıla yakın Hürriyet'te çalıştı.
Sonra hep birilerine takmaya başladı.
Bir gün ayrılacağını söyledi.
Alıp yemeğe götürdüm, ikna ettiğimi sandım.
Üç beş gün sonra gelip, ‘‘Ben artık tıkandım. İleri gidemiyorum’’ dedi.
Tek başına dünya seyahatine çıkmak istediğini söyledi.
İşte o an, Hızlı Gazeteci'nin aslında Necdet'in kendisi olduğunu fark ettim.
Artık ikiyüzlülükten bıkmıştı.
Hem durmadan ‘‘plaza basınını’’ eleştirip, hem de o ‘‘tower’’larda yaşamaya, oralardan geçimini temin etmeye içi elvermiyordu.
Artık yazdığını yaşamalıydı.
Sonra da yaşadığını yazmalıydı.
Ve bu onun son kararıydı.
* * *
Bir gün geldiği gibi sessizce çıkıp gitti.
Kılık kıyafetini görmedim. Ama mutlaka Hızlı Gazeteci'nin botlarından, safari yeleklerinden satın almıştır diye düşünüyorum.
İran sınırından sonra izini kaybettim.
Tek irtibatımızı yazı işlerinden Doğaner Gönen sağlıyordu.
Bir gün Türkiye'ye döndüğünü söyledi.
Karşı tarafta bir evin bahçe katında yaşıyormuş.
Ama yaşadığına dair hiçbir sinyal vermiyordu.
Son aldığım haber kedisiyle ilgiliydi.
Galiba kedisini zehirlemişlerdi.
Ne kadar üzüldüğünü çok iyi biliyorum.
Çünkü dünyada onun kadar güzel kedi çizen sanatçı azdır.
Bir kedinin mutluluğunu, stresini, yatarken ayağının aldığı şekli, bıyığının en ince ayrıntılarını onda görürsünüz.
Hızlı Gazeteci, insanlardan pek hazzetmez. Kedisiyle daha iyi anlaşır, tabiatta kendini daha rahat hisseder. ‘‘Kediler kendilerini severler ve itinayla yaşarlar hayatlarını’’ diye düşünür.
* * *
Kedisinin ölümünden sonra ilk haber geçen hafta bu iki kitapla geldi.
O mendebur muhalifi, o bir türlü bileğini bükemediğim gazeteciyi çok özlemişim.
Biz yöneticilere ‘‘Bilincimin musluğunu elinde tutan adamlar’’ deyişini bile özlemişim.