O kızı çok küçük yaşında tanıdım. Bebekliğinde.Orta halli bir ailenin çocuğuydu.
Altın rengi saçları, cıvıl cıvıl gözleri vardı.
İlkokulu Ankara’da bir devlet okulunda okudu.
Ortaokulda yabancı bir büyükelçiliğin okuluna yazıldı.
Arkadaşlarının çoğu yabancıydı.
* * *
Orta ve lise yıllarında sakin bir çocuktu.
Pop müziği çok severdi.
Depeche Mode ve Inxs hayranıydı.
Akşamları küçük odasındaki yatağına girince hep dua ederdi.
Oysa annesinden ve babasından hiçbir dini telkin almamıştı.
Çevresinde namaz kılan yoktu. Babası merak edip sorduğunda şu cevabı vermişti:
"Okuldaki Hıristiyan arkadaşlarımın hepsi dua ediyor. Ben de kendi dinimi çok seviyorum ve dua ediyorum."
Babası bu cevabı dinledi ve hiçbir şey demedi.
Gündüz mini etek giyiyordu, gece yatağa girdiğinde dua ediyordu.
* * *
Üniversiteye girdiğinde başına çok ilginç bir olay geldi.
Ankara’nın büyük bir üniversitesinde, seçmeli olarak aldığı bir dersin ilk günüydü.
Sınıfa türbanlı bir kız girmişti.
Hocası çok sert tepki gösterdi ve azarlayıcı bir tonla "Dışarı çık" dedi.
Genç kız bu sahneyi sessizce izledi.
Ders bittiğinde hocasının odasına gitti ve ona şunu söyledi:
"Bu kıza sınıfta böyle bir muamele yapmaya hakkınız yok. Ben bu dersi severek, isteyerek almıştım. Ama sırf bu davranışınız yüzünden dersi değiştiriyorum."
Dersini değiştirdi.
Atatürkçüydü, moderndi, laikti, ama kendi yaşında bir kıza bu muamelenin yapılmasına çok içerlemişti.
* * *
O kız şimdi 34 yaşında.
İki çocuğu var.
Dünyaya hoşgörülü bir biçimde bakıyor.
AKP’ye oy vermemişti, ama iktidara geldiğinde, "Önyargılı davranmamak lazım" demişti.
Ekonomi politikalarını beğeniyordu.
Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerinin başladığı gece çok mutluydu.
Çocuklarının güzel ve modern bir Türkiye’de yaşayacağına olan inancı nedeniyle sevincinden ağlamıştı.
"Bunu başarabilirlerse, bu partiye oy verebilirim" demeye başlamıştı.
Çevresinde birçok arkadaşının da böyle düşündüğünü söylüyordu.
Dün, işte o kız Çağlayan mitingindeydi.
Üstelik ne hoşgörüsünde, ne öteki insanlara bakışında değişen bir şey yoktu.
Ama değişen şeyler vardı.
Mesela korkuları.
Hayat tarzının zorla değiştirileceği, Türkiye’nin Atatürk’le kurulan imajının bozulacağı, "devletin baştan sona zapt edileceği" korkusu.
Mesela kendisi gibi kadınlar başlarını örtmediği takdirde, eşlerinin devlette yüksek makamlara çıkamayacağı duygusu.
Başlarını örtmedikleri takdirde, ne kendilerinin, ne eşlerinin ihaleleri kazanamayacağı, en hak ettikleri işleri bile alamayacakları duygusu.
Bu gerçek bir korku mudur?
Yoksa hayali mi?
Hiç fark etmez.
Geçen 4 yıl içinde bu iktidar onlarda işte bu duyguyu yaratmıştı.
* * *
Türkiye’de çok önemli bir şeyler oluyor.
Bu ülkenin kadınları iktidarı ele geçiriyor.
Evet iki hafta önce Ankara’da, dün İstanbul’da başlayan, yarın ülkenin başka şehirlerine de yayılacak olan bu hareketin motoru kadınlardır.
Bu bir kadın ihtilalidir ve bir Müslüman ülkede ilk defa böyle bir ihtilal gerçekleşmektedir.
Kimsenin kuşkusu olmasın ki, bu ihtilal yakında İran’a da sıçrayacaktır.
28 Şubat’ı büyük bir cesaretle destekleyen ben, işte bu nedenle artık askeri müdahalelere, bildirilere karşı çıkıyorum.
Çünkü Türkiye’nin "Sivil 28 Şubat" süreci başlamıştır.
Dün yazdığım gibi, ilk defa siviller "durumdan vazife çıkarmaktadır".
Bunu hepimizin çok, ama çok iyi okuması gerekiyor...