Paylaş
Anlatayım...
***
Eğer bir varoş çocuğuysanız...
Hoşgörüsüz bir çevrede büyümüşseniz...
Demokrasi denilen kültürden nasibinizi almamışsanız...
Demokrasiyi bir tren olarak görüyorsanız ve o trenle işinize gelen istasyonda ineceğinizi zannettiğiniz siyasi bir yolculuğa çıkmışsanız...
Ülkenizin insanını, hizmet edilecek “vatandaş” değil de, hükmedilecek “kul”; onları eşit haklara sahip insanlardan oluşan bir “halk” değil de, korkudan veya sevgiden şartsız şurtsuz boyun eğmiş bir “teba” olarak görüyorsanız...
Seçim sandığını size “Beş yıl süresince, ülkeyi anayasal sınırlar içinde yönetme hakkı veren bir izin” olarak değil de, “anayasa, kanun, adalet, vicdan tanımadan, istediğiniz her şeyi yapma ehliyeti” olarak kabul ediyorsanız...
Aynaya baktığınızda “kanunlara saygılı bir portre” değil de, “Olimpos Dağı’nın zirvesinde ölümsüz bir tanrının suretini” görüyorsanız...
Sahip olduğunuz gücün, 65 yıldır bu ülkede seçmenler tarafından çok sayıda başbakana ve cumhurbaşkanına verilen geçici bir yönetme yetkisi değil de, “Allah tarafından sadece size verilmiş ilahi bir misyon” olduğu duygusuyla yaşıyorsanız...
Hayatınızın sonuna kadar Allah’tan başka kimseye hesap vermeyeceğiniz inancıyla siyaset yapıyorsanız...
***
Der Spiegel dergisinin kapağında o fotoğrafı ve o “padişah” ifadesini görünce, sevinirsiniz...
Acayip sevinirsiniz...
Acayip bir sevinç ve özgüven, beyninizin ve sinir sisteminizin bütün hücrelerine, mutluluk hormonu gibi yayılır,
O kapağı bir dev aynası gibi görür, bakar, bakar, bir defa daha, üç-beş defa daha bakar ve “Başardım” diye haykırırsınız...
Seversiniz o kapağı... Çok seversiniz...
Aklınıza tarihin büyük şahsiyetleri gelir...
Artık o kadar yükseklerdesinizdir, kibir ve gururunuz o kadar tepelere çıkmıştır ki, tarihin altın harflerle yazdığı o kahramanlar bile size iğne ucu kadar görünür.
Arkanızdaki oyları, size “Akabe Sözleşmesi”yle bağlı müminler olarak görürsünüz...
***
Artık Olimpos Dağı’nın tepesindesinizdir ve tek başınasınızdır...
Öyle bir duygudur ki, mest olursunuz...
***
Yok, eğer varoşta doğmuş bir çocuksanız...
Hoşgörülü bir ortamda büyümüş ve hoşgörülü bir insan olmuşsanız...
Vefalıysanız eğer...
Sizi o mevkilere padişahlığın değil, padişahlık sistemini yıkan Cumhuriyet’in, demokrasinin, çok partili hayatın kurduğu eşitlikçiliğin ve oy hakkının getirdiğine inanıyorsanız...
Yani demokrasi kültüründen nasibinizi almışsanız...
***
O kapağa bakınca, ürperirsiniz...
Yirminci yüzyılın ilk yarısı gelir aklınıza.
Seçilmiş tiranları, sizden önce o kapaklara konu olmuş insanları düşünürsünüz.
O insanların ülkelerinde ve dünyada nelere mal olduğu, arkasında ne insanlık felaketleri, ne vicdan enkazları bıraktığı aklınıza gelir...
***
İşte öyle olursa, bütün bunlar aklınıza gelirse eğer...
Ürperirsiniz.
Başınızı iki elinizin arasına alıp, “Aman Allah’ım bu ben miyim” diye sorarsınız...
“Ben nerede yanlış yaptım” diye sorar, samimi bir cevap ararsınız...
Korkarsınız o kapaktan...
Hem yaptıklarınızdan, hem size yapılacaklardan ürperirsiniz...
***
Yukarıda, öteki dünyada hesap vereceğiniz Allah...
Aşağınızda şu fani dünyanın dipsiz uçurumu...
Arada kalıverirsiniz...
Gözünüzü hırs bürümemişse...
Eğer mantık, vicdan, akıl denen duygu ruhunuzdan elini ayağını çekmemişse...
Korkarsınız o kapaktan...
Hiç olmazsa, “Niye beni böyle görüyorlar” diye sorarsınız...
O küçücük soru bile, sizi doğru yola getirecek kapıları açabilir...
“Bütün ‘cumhur’un reisi” olmak için, hâlâ da geç olmadığını anlar ve şu tarihi yol ayırımında, oraya değil de buraya gidersiniz...
***
Neticede her insan kaderini kendi çizer...
Önünüzde bir yol vardır; “duygular, tutkular ve kibir imparatorluğuna” gider...
“Göçmüş padişahlar bahçesine...”
Bir de öteki yol vardır: Hem ülkenizi hem de kendinizi huzura götürecek yoldur...
Makul insanların yolu yani...
***
Bize ise sadece oy vermek düşer...
Bir de naçizane tavsiye...
Arkadaş...
Allah’ın ipine, demokrasinin kültürüne sarıl...
Paylaş