Ne yapalım, evimize mi dönelim

1987 yılında Başbakanlık Binası’nda söylenen o sözler hálá kulağımda.

Türkiye Avrupa Birliği’ne tam üyelik için başvurusunu o gün yapmıştı.

Rahmetli Turgut Özal bunu kamuoyuna açıklıyordu.

Şu sözleri hiçbir zaman unutmadım:

‘Bu uzun ve zor bir yoldur. Bizi bu yoldan çevirmek için çok ağır şeyler yapacaklar, gururumuzla oynayacaklar. Ama yılmamak gerekir.’

Evet, mealen bunları söylemişti.

Aradan 18 yıl geçti ve Özal’ın o sözleri bir kehanet olmaktan çıkıp, katı bir gerçek haline önümüze dikildi.

Avrupa’nın bazı üyeleri bizi yolumuzdan çevirmek için yapmadık rezalet bırakmıyor.

Öyleyse ne yapmalıyız?

* * *

Ömrümün büyük bölümü siyasal çalkantılar, terör korkuları, ekonomik sıkıntılar, kuralsızlık, çirkin yapılaşma ve bunun gibi ağır sorunlar içinde geçti.

Son 30 yılın derin sorunları, çocukluğumun tatlı hatıralarını bile unutturdu.

Sanki bütün ömrüm heba olmuş duyguları ile yaşadım.

Size işte bu duygularla seslenmek istiyorum.

Önümüzde tarihi bir karar var.

İstiyorsanız gelin hep birlikte bir durum muhasebesi yapalım.

* * *

Evet, Avrupa’nın bazı küçük ülkeleri, gururumuzu kıracak şeyler yapıyorlar.

Evet, başkalarından istemediklerini bizden istiyorlar.

Evet, bizi, Kaf Dağı’nın arkasında ejderlerle savaşmaya gönderilen masal prenslerine çevirmeye çalışıyorlar.

İmparatorluktan yadigár kalan en büyük mirasımızı, gururumuzu incitecek çirkinlikler yapıyorlar.

Son dakikaya kadar yapmaya da devam edecekler.

Geliyorum yine rahmetli Özal’ın sorusuna.

Öyleyse ne yapmalıyız?

Bazı siyasilere bakıyorum, köşe yazılarını okuyorum.

Oradan buradan gelen tepkileri dinliyorum.

Müthiş bir provokasyon rüzgárı esiyor.

Kapılarını kapatıp, evimize dönmemizi, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki duvarlar arkasına çekilmemizi istiyorlar.

Başbakan’dan, Dışişleri Bakanı’ndan, basından, 3 Ekim gününü bile beklemeden, hemen bugün Avrupa’ya rest çekmesini, ‘Alın Avrupanızı başınıza çalın’ demesini bekliyorlar.

Yani aslında Avrupa Birilği’nin bazı cücelerinin bizden yapmamızı beklediği adımı atmamızı istiyorlar.

Böyle bir provokasyon ortaklığı, kader birliği içindeler.

İçerdeki tehdit, hakaret ve şantaj, dışardakini sollamış geçmiş.

Bir metal fırtına esiyor.

* * *

Öyleyse ne yapmalıyız?

Kapıyı vurup dönmeli, ne haliniz varsa görün deyip bütün köprüleri atmalı, yolları yakıp yıkmalı mıyız?

Yüzyıllardır bir türlü dışına çıkamadığıımız Ortadoğu’nun akraba semtlerine mi hicret etmeliyiz?

Gurur dediğimiz, milli onur dediğimiz şey bunu mu gerektirir?

* * *

Etrafta esen fırtınayı görüyorum.

Bu söyleyeceklerimin bu fırtınanın girdabındaki insanların hiç hoşuna gitmeyeceğini de çok iyi biliyorum.

O duyguları da çok iyi anlıyorum.

Ama cesaretle şunu söylemeyi de bir görev biliyorum.

Türkiye bu yoldan geri dönmemeli.

Dışişleri Bakanımız 3 Ekim günü orada, başı dimdik durmalı ve Türkiye’yi 21’inci yüzyılın medeniyet coğrafyasından içeri sokacak süreci başlatmalıdır.

Özal cesur bir adamdı.

Şimdi bu tarihi noktada aynı yüreklilikle ikinci bir adım gerekiyor.

Bu adım, bir lideri tarihin sayfalarına taşıyabileceği gibi, çöp tenekesine de yollayabilir.

Bizlere düşen ise, bu cesur kararı alacak insanın arkasında toplum olarak durabilmektir.

Bunu kendi kendinize yapamıyorsanız, çocuğunuzun, torununuzun fotoğrafını önünüze koyun, bir de öyle düşünün.

Eminim bu sizi de yüreklendirecektir...
Yazarın Tüm Yazıları