Ertuğrul Özkök: Mülteci komünist

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Türkiye'ye adımını attığı anki hislerini aynen şöyle yazıyor: ‘‘Ve Kapıkule'den çıktık.

Bir taksi çağırdık. Şoför bavulları arabaya yerleştirirken, kapının yanıbaşındaki çeşmede elimi yüzümü yıkadım, serinledim. Sonra aklıma geldi, toparlanmıştım biraz. Otların arasında kimseye görünmeden yere diz çöktüm, yurt toprağını öptüm.’’

* * *

Bu sözler kime ait olabilir?

Elbette yurdunu çok seven bir insana.

O insan kimdir? Aklınıza, göz ekranlarınıza nasıl bir insan gelir?

Bir milliyetçi, ne bileyim ona benzer bir insan.

Oysa bu sözlerin yazarı, bir komünisttir.

40 yıl demirperde denilen ülkelerde yaşamıştır, o ülkelerin Türkçe yayın yapan radyolarında komünizm propagandası yapmıştır.

Ama bir gün gelir, her şey anlamını yitirir.

Geriye yine o anavatan kalır.

Ana rahmine dönülür.

Ve sınırdan adım atıldığı zaman, 40 yılın derimize yapıştırdığı o utangaçlık zırhının altında ezile büzüle çalıların arasından kayar, o vatan toprağını öperiz.

* * *

Son günlerde eski komünistlerin hatıralarına daldım.

Onların muhitinde dolaşıyorum.

Yani eski tüfeklerin mahallelerinde.

Yukardaki satırları, Osman Rauf Alper'in, ‘‘Mülteci Komünist’’ adlı kitabından okuyorum.

Alper, eski Türkiye Komünist Partisi üyesi.

Hepsi geçmişte kalmış.

Ama geride kalmayan, hiç eskimeyen taraflarını anlatıyor.

Aslında hepimizi ortaya çıkaran müthiş Anadolu mağmasını.

Üzerinde sallanıp durduğumuz karmakarışık kişilik faylarını...

Bir Türk komünisti hangi iklimde doğar ve büyür?

Buyurun size inanılmaz bir kozmoğrafya:

‘‘Çok partili siyasi ortam. Huri Demirağ'ın Milli Kalkınma Partisi'ni saymasak bile, Bayar-Menderes-Koraltan-Fuat Köprülü liderliğindeki Demokrat Parti'nin getirdiği siyasi hava.

Sonra Hasan Ali Yücel'in tercüme ettirdiği dünya klasiklerini harıl harıl okumaya başlayan bir lise öğrencisi.

Diyarbakır Lisesi'nde leyli meccani (parasız yatılı) okuyan bu gencin, Elazığ'da Cemil Meriç, Diyarbakır'da Faik Muzaffer Amaç, Mustafa Baydar gibi hocaların verdiği eğitimle neleri seçip okuduğunu düşününüz.

Bunlara gizli gizli okunan Nazım Hikmet şiirlerini, Sabahattin Ali hikáyelerini, Marko Paşa, Merhum Paşa, Yedi Sekiz Hasan Paşa gazetelerini katınız.’’

* * *

Böyle bir mağmadan ne çıkar?

Sadece komünist mi?

Hayır, aynı sınıfın aynı sırasının bir ucundan Rauf Alper gibi bir komünist, öteki ucundan ise arkadaşı Orhan Turan gibi tam bir Turancı çıkar.

Birinin dudaklarında Nazım Hikmet'in şiiri:

‘‘Köylünün toprağa hasreti var

Toprağın hasreti makinalar.’’

Ötekinin dudaklarında ise, herhangi bir ülkenin megalo ideasını dünyada anlatabilecek en müthiş dizeler:

Arif Nihat Asya'nın o müthiş tarifi:

‘‘Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin

Benden doğar, bana dökülmez...’’

Hangisi daha samimidir?

Hangisi daha Türk, hangisi daha milliyetçi, hangisi daha eşitlikçi?

Bence her ikisi de...

Sonunda sıra arkadaşlarından biri tabutluklarda, öteki ise demirperdenin gölgesinde bir hayatı tüketmiştir.

40 yıllık bir hayatın sonunda o hazin itiraf gelir dudaklarınıza yapışır:

‘‘İdealist, yurtsever gençlerdik.

Yurdu terk etmenin yurtseverlikle bağdaşmayacağını anlayacak kadar olgun değildik.

Sabahattin Ali'nin öldürülmesi olayını gazetelerde okuyunca kesinlikle kararımızı vermiştik.

İki arkadaş, Sabahattin Ali'nin geçemediği sınırı geçecek ve onun Sofya Radyosu'ndan yapamadığı konuşmayı biz yapacaktık.’’

* * *

Hain bir deprem, muazzam bir muhasebeyi, bir hayat enkazı olarak üzerimize yıktığı zaman ister istemez geriye bakıyoruz.

Hangimiz samimiydik, hangimiz hain?

Kim yurtseverdi, kim işbirlikçi?

Sorsak ve cevabını alsak ne olur ki?

Sonunda hepimiz bir gün bir sınır kapısını sessizce geçer geçmez, yolun kenarındaki o toprak parçasını öpmüyor muyuz?



Yazarın Tüm Yazıları