Paylaş
Telefonu açan La Perle adlı kafeden biriydi.
Polis ekibi, kafeye giderken, son yılların en çok konuşulan olaylarından biriyle karşılaşacağından haberi yoktu.
Kafede tuhaf giyimli bir erkek, karşısındaki biri kadın iki kişiyle münakaşa ediyordu.
Erkek çok sarhoştu ve ağzından çıkan cümleler zor anlaşılıyordu.
Kadın, gelen polise “Bize hakaret ediyor” dedi...
***
Ağız kavgası....
Paris kafelerinde sık sık rastlanan bir olaydı ama bunun çok büyük bir farkı vardı.
Hakkında şikâyet yapılan kişi John Galliano’ydu. Yani kadın giyiminin yaşayan en büyük tasarımcısı...
Efsane Dior’un efsane tasarımcısı...
Alexander McQueen genç yaşta ölmüştü.
Tom Ford, Gucci’nin başından ayrıldıktan sonra kendi markasını yaratmaya çalışıyordu.
Yani Galliano podyumların tartışılmaz tek erkek kraliçesiydi...
Yeri öyle sağlamdı ki, polis kapıdan girerken, hayatını altüst edecek br trajedinin düğmesine basıldığının bile farkında değildi.
Galliano karşısındaki iki kişiye ağza alınmayacak şeyler söylemişti...
Karşısındaki insanlar başka bir toplumdan gelseydi belki olay orada kapanabilirdi.
Ama hakaret ettiği iki kişi Yahudi’ydi...
Ve o insanların hafıza odalarında geçen yüzyılın en büyük soykırımı vardı.
O soykırımın travmasını hâlâ sırtında yaşayan insanların, o sözlere tepkisiz kalması mümkün değildi.
Dior’un sahibi olan LVMH daha ertesi sabah, yılda 6 milyon Euro’luk kontratını feshetmişti.
Asıl felaket dört gün sonra gelecekti. İngiliz The Sun gazetesi o gece çekilen bir videoyu yayınlayacaktı ve bir anda dünyanın en güçlü Yahudi lobilerinden tepkiler akmaya başlayacaktı.
Henüz 50 yaşına girmişti ve 24 saat içinde, kariyerinin zirvesinden çukurun en dibine düşmüştü.
Dior’a belki de tarihin en büyük devrimini yaptırmıştı. Modaevi zirveye çıkmış, satışları 1 milyar doları geçmişti. 21’inci yüzyıl kadını, onun tasarımları içinde gerçek kadınlığını yeniden keşfediyordu. Kendini keşfeden 40 yaş kadını, onun elbiseleri içinde yepyeni bir bedene ve erotizme kavuşuyordu.
Ama moda dünyasının kanunları sertti... Yahudi toplumunun kesin egemenliği vardı ve hiçbir modaevi bu yüzyılda ırkçılığı sırtında taşıyamazdı.
Amerika’nın en büyük satıcılarından Sax Fifth daha o gün onun kreasyonlarına ambargoyu koymuştu.
Galliano efsanesi sonsuza kadar kapanmıştı ve herkes hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ediyordu.
Halbuki ne hayalleri vardı. Metropolitan’da bir retrospektif hayal ediyordu. Üstelik Alexander McQueen gibi ölmeyi bile bekleyemezdi. Yaşarken bunu görmek istiyordu.
Ama bırakın Metropolitan’a girmeyi, daha ölmeden onu bir mezara koyup üzerini toprakla örtmüşlerdi.
Galliano’nun hayallerle dolu dünyasına ölüm sessizliği ve ıssızlığı çökmüştü...
***
Aradan 2 yıl geçti...
Galliano bu süre içinde hiçbir gazeteciye konuşmadı.
Sonunda Vanity Fair dergisine konuştu. Önce Amerikan versiyonunda yayınlandı, bu ay da Fransızca sayısında.
Dergide müthiş bir fotoğrafı vardı. Beni allak bullak etti.
Tabii ki fotoğrafı büyük Annie Leibovitz çekmişti...
Kayalar arasında hırçın biçimde akan bir derenin içinde ayakta duruyor.
Yüzünde yüz yıllık bir yalnızlığın hüznü açıkça okunuyor.
Yahudi kitapları okudu Bar Mitzvah’a gitti, kipa taktı
YALNIZLIKTAKİ iki yılı çok kötü geçmiş... Hem de çok kötü...
Önce olayın şokundan başlıyor...
O gece çok sarhoşmuş. Üstüne uyuşturucu ve uyku hapları almış.
Şikâyetçi kadın, “Durup dururken bize hakaret etmeye başladı” diyor. Onun ifadesine göre, yanındaki
gence de “Pis Asyalı, seni geberteceğim” demiş...
Galliano ise şikâyetçi kişilerin kendisini tahrik ettiğini söylemiş. Orada bulunan bazı kişilere göre de, polis olayı soruştururken o bir masanın üzerine çıkıp Flamenko yapmaya başlamış. Aynı anda, Shakespeare’yen bir ifadeyle “Ben tasarımcı John Galliano’yum” diye bağırıyormuş.
MASANIN ÜZERİNDE TÜRK ÇAYI DA VAR
İlk işi içkiyi bırakmak olmuş. İki yıldan bu yana ağzına tek damla içki koymamış. Mülakatı yapan Ingrid Sischy evine gittiğinde, masanın üzerinde çeşit çeşit çay bulunduğunu görmüş. Özellikle İngiliz ve Türk çaylarını seçmiş. Renk renk lokum ve makaron da varmış.
Evinde özellikle Afrika objeleri dikkati çekiyormuş.
Duvarlarında ise Steven Klein ve Guy Bourdin’in fotoğrafları, Modigliani ve Morandi gibi 20’nci yüzyıl sanatçıları ile Jorge Galindo gibi çağdaş sanatçıların tabloları asılıymış.
O meşum gece neler söylediğini videoda seyretmiş. “Ağzımdan çıkanları işitince, midem bulandı, kustum” diyor.
Söylediklerine kendisi bile inanamıyor. Cebelitarık’tan Londra’ya göç eden bir ailenin çocuğu. Şehrin varoşlarında kendisi de ırkçı saldırıların hedefi olmuş. “Okul dönüşü günbatımından sonra bir otobüse kalmaya korkardım. Irkçı saldırılar olurdu” diyor.
20 YAŞINDA ÖLEN İLK SEVGİLİSİ BİR YAHUDİ’YMİŞ
Bugün antisemit olmakla suçlanıyor. Kadere bakın ki, gençlik yıllarında ilk sevgilisi bir Yahudi genciymiş.
20 yaşında ölmüş. “Kalp krizinden” demişler.
İki yıllık işsizlik sürgününde dünyanın önde gelen Yahudi cemaatleriyle ilişki kurup, kendini anlatmaya çalışmış.
Bazı insanlar etrafından tamamen kaybolmuş, bazıları ise elini uzatmış.
Elini uzatanlardan ilki, Conde Nast dergi grubunun CEO’su Jonathan Newhouse olmuş. Ona Yahudilik hakkında bazı temel kitapları vermiş ve okumasını istemiş.
Sonra İngiltere’nin hahambaşına gidip, “Ne yapmalıyım” diye sormuş.
O da ‘Kötü şeyler yapan bir insan bunu düzeltmek isterse biz ona yardımcı oluruz’ demiş.
Ancak Yahudi cemaatinden herkes elini uzatmakta o kadar cömert davranmamış.
Mesela dönemin Fransa hahambaşı, onunla görüşmeyi reddetmiş. Bu arada Tel Aviv’de Shankar Koleji’nin ona yaptığı davet son anda iptal edilmiş.
Buna karşılık Londra’daki en
eski sinagogun hahamı onunla ilişkisini hiç kesmemiş.
KATE MOSS GELİNLİĞİNİ ONA DİKTİRİNCE UMUTLANMIŞ
Bu arada bir arkadaşının oğlunun Bar Mitzvah törenine katılmış.
Başına kipa takmış.
Issızlıkta geçen iki yıl boyunca en unutamadığı dostluklardan biri 1994 defilesinde tasarımlarını taşıyan ünlü manken Kate Moss’tan gelmiş.
Düğününde giyeceği gelinliği onun tasarlamasını istemiş. Galliano, en dipte olduğu anda bu teklifi alınca hayatının en güzel gelinliğini dikmiş.
Dahası Kate Moss’un babası,
düğün konuşmasında ona özellikle teşekkür etmiş.
Ama en büyük destek derseniz, moda dünyasının en kişilikli tasarımcılarından biri olan Oscar de la Renta’dan gelmiş. Bütün riskleri göze alıp 2012 kreasyonlarını hazırlarken onu “konuk tasarımcı” olarak davet etmiş.
O yıl New York Tasarım Haftası’nı izleyen herkes, Galliano’nun izlerini açıkça görmüştü.
DOLCE&GABBANA YELEĞİ VE ELBİSESİ YAHUDİLERLE DALGA MI GEÇİYORDU
Ama talihsizlik orada da yakasını bırakmadı. İlk videoyu yayınlayan Sun gazetesinin sahibi Rupert Murdoch’un Amerika’daki gazetesi New York Post defilede elbiseyi manşetine taşır.
Gazeteye göre “Galliano’nun elbisesi Hasidik Yahudilerle dalga geçen bir kıyafet”ti.
Oysa üzerinde her zamanki tipik Galliano’ydu. Kadife peluştan kendi kreasyonu bir şapka, Crombie’den alınmış bir manto, Dolce&Gabbana bir yelek ve satenden golf pantolon.
Ağzı çok yandığı için yine de kabahati kendinde arar, “Çok aptalca bir kıyafetti. Üstüme başıma daha itina göstermeliydim” der.
Galliano için çok trajik bir cümle değil mi... Vanity Fair’in yazarı da benim gibi düşünüyor. “Virgina Wolf’ü, ünlü ‘Kendinin odası’ kavramını hatırlatıyor.
Her sanatçının kendine ait mahrem bir arka odası vardır. Ona saygı göstermek gerekir. Orası sanatçının kutsal emanet odasıdır.
Sanatçıyı sanatçı yapan bütün emanetler o odada saklıdır.
‘TARİHE GÖMÜLDÜ’DE KISKANÇLIKLAR DA VAR
Tasarım dünyasında birçok insana göre “Galliano efsanesi bir daha geri gelmemek üzere tarihe gömüldü”.
Bu cümle gerçeklerin ifadesi olduğu kadar, bazılarının temenni ve kıskançlıklarını da yansıtıyor.
Bana gelince, hayatta hata yapan herkese ikinci bir şansın verilmesinden yanayım.
Eminim ki, benim gibi düşünen Yahudi sayısı hiç de az değil.
Videoya göre Galliano o gece neler söylemiş
Kadın: Siz sarışınmışsınız...
Galliano: Hayır. Ama ben Hitler’i severim. Sizin gibi insanların topu öldürülmeliydi. Anneleriniz, bütün o......ecdadınız gazdan geçirilmeli, ölmeliydi.
Kadın: Aman Tanrım, sizin bir probleminiz var.
Galliano: Evet seninle problemim var. Sen çirkinsin.
Kadın: Siz barıştan yana değil misiniz? Bütün dünyaya barış gelsin istemiyor musunuz?
Galliano: Çirkinlerle barış yapmak istemiyorum.
Kadın: Siz nereden çıktınız böyle?
Galliano: Senin g...den.
Ölünceye kadar babama gay olduğumu söylemedim
GALLIANO, hayatı boyunca suçluluk kompleksiyle yaşadığını, bütün hayatının sırlar ve yalanlar arasında geçtiğini söylüyor ve devam ediyor:
“Hiçbir zaman dürüst ve açık bir insan olamadım.
Babam ölünceye kadar ona ‘Ben gay’im’ diyemedim.
Aslında hep olduğum gibi bir insandım, ama zarar görürüm diye ne olduğumu anlatamadım.”
1994’te podyumda bakın kimler ‘catwalk’ yapıyordu
BENİM gibi moda dünyasını yakından takip eden insanların, şarap hasadı gibi yılları vardır.
Benim için de, başkaları için de Galliano’yu tasarımın panteon’una sokan yıl,
1994-95 kreasyonuydu.
Catwalk’ta, yani podyumda, Linda Evangelista, Naomi Campbell, Christy Turlington, Kate Moss, Carla Bruni gibi dev isimler vardı.
Galliano, yıllarca modadan dışlanan Doğu’yu yine dünyanın kimyasına katmıştı.
Podyuma sadece siyah renk hâkimdi.
Ama siyah kumaşın, parlak ve mat taraflarını, insan ruhunun iki ayrı rengi olarak kullanmıştı.
Rehabilitasyona girerken Keith Richard’ın kitabına izin vermediler
HAYATINI mahveden şeylerden birinin alkol olduğunu söylüyor.
Bundan kurtulmak için Arizona’da bir rehabilitasyon merkezine gitmiş.
“Her şeyimi elimden aldılar. Keith Richard’ın ‘Life’ adlı hatıralarını bile almama izin vermediler. Günde iki dakika telefonla konuşma hakkım vardı.”
Paylaş