Paylaş
Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde şöyle tarif ediliyor:
“Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma.”
* * *
Kuran’da “merhamet”le ilgili 22 ayet geçiyor...
Allah’a atfedilen en büyük niteliklerden biridir “merhamet...”
“O, merhamet edenlerin en merhametlisidir...”
* * *
Son günlerde işte bu kavram yükseliyor, giderek daha güçlü biçimde içimize yerleşiyor.
Ama ters bir şey var.
“Merhamet”i olumlu anlamı değil, “merhametsizlik” üzerinden keşfediyoruz.
Fuat Keyman’ın Ayşe Kadıoğlu’dan aktardığı “Merhametsiz büyüme” kavramı bir anda dilimize yerleşti.
Köşe yazılarında giderek daha sık rastladığımız kavram belli ki, basit bir acıma duygusunu ifade etmekten çıkıp, önce siyasal, sonra ekonomik bir kavram haline dönüşecek.
Çünkü son 10 yıldır görmezden geldiğimiz, görmek istemediğimiz bir hakikati, “derin devlet” kadar çarpıcı bir ifade olarak suratımıza vurdu.
* * *
O kavram şimdi başka bir hakikati daha suratımıza vurmaya hazırlanıyor.
“Merhametsiz büyümenin arkasında merhametsiz insanlar vardır...”
Ve ne yazık ki, son 12 yıldır mutlak bir iktidarı acımasızca kullanan bu insanlar, seçim meydanlarında her gün Kuran’dan işlerine gelen ayetleri tekrarladığı halde,
Kutsal Kitap’ın 22 ayetinde yer alan bu kavramı hiçbir zaman ağızlarına almadılar...
Oysa “Müslüman vicdanlı insandır”.
Merhamet, o vicdanın en kuvvetli duygusudur...
Ve o duygu, Soma’da “Fıtrat belagati” ve “Kin tekmeleri” altında ezilip gitmiştir...
Tarihe kalacak olan şey de, gazetecileri hedef gösterip “Cambaza bak” taktiği değil, “merhametsiz bir büyümenin” arkasındaki insan profilini gösteren bu tekmeler olacaktır...
“Merhamet” duygusu, duygusuz siyasetçilerin tasallutundan kurtulup, siyasetin mecburi hissiyatı haline gelmedikçe, o tekmeler her gün vatandaşın kafasına inmeye devam edecektir.
* * *
Kimsenin şüphesi olmasın.
Bu ara rejimin en büyük sembolü, merhametsizliği temsil eden fıtrat belagati ve onun mahiyetindeki
tekmeler olacaktır.
Dua edelim, bu sado mazo ilişki bir amok koşusuna dönüşmesin
1999 depreminden aklımda kalan en çarpıcı görüntülerden biri, Hürriyet’in bir manşetidir.
İstanbul Yenikapı’da muazzam bir genç insan zincirini gösteriyordu.
Zengini, yoksulu, İstanbul halkının topladığı yardımlar, insanlık zinciri oluşturmuş gençler tarafından gemilere yükleniyordu.
Türkiye tarihinin gördüğü en güzel sosyal imece görüntülerinden biriydi.
Merhamet duygusu, muazzam bir dayanışma ve kaynaşmaya yol açmıştı.
Türkiye o gün “tek milletti...”
O günün siyaseti de bu milli hakikate uymak zorunda kalmıştı.
Bugünkü manzaramız nedir?
Bu manzarayı Cengiz Çandar’ın dün Radikal gazetesinde yayınlanan yazısında çok güzel özetlemiş:
“Birinci haftasına giren Soma maden faciası, 1999 deprem felaketinden daha farklı bir görüntü veriyor maalesef.
Toplumda uyandırdığı derin acı kadar, birikmiş müthiş bir öfkeyi de yansıtıyor.
Aynı zamanda, ileride çok tehlikeli biçimde, tıpkı bir madendeki ‘grizu patlaması’ gibi bir toplumsal patlamaya yol açabilecek bir öfkeyi de biriktiriyor.”
* * *
Niçin böyle?
Cengiz Çandar’dan aktarıyorum:
“Çünkü ülkenin başında toplumu ikiye bölmeyi ‘temel siyaseti’ haline getirmiş olan, yani toplumu bile bile bölen birisi var.”
Öyle anlaşılıyor ki, Başbakan Çankaya’ya da bu öfkeyi, bu kutuplaşmayı merdiven yaparak çıkmaya hazırlanıyor.
Çıkabilir mi?
Çıkabilir... Hatta çıkar...
* * *
Sosyal psikolojinin kuralıdır.
Her öfke karşı öfkeyi de büyütür..
Her öfke yarattığı öfkenin asalağı haline gelir...
Karşılıklı öfkeler, asalak duygular haline gelir, birbirinden beslenir.
Dua edelim, kine ve intikam duygularına dönüşen bu sado mazo ilişki, Türkiye’yi felakete götürecek bir amok koşusuna dönüşmesin...
Bazılarının karşısına geçip sormak isterdim
-ENERJİ BAKANINA: Yılmaz Özdil’in cümlesini çarpıtıp, ondan bambaşka mana çıkaran ve sonra bizlere, “Onunla nasıl çalışacaksın” diye soran Enerji Bakanı Taner Yıldız’a ben de şunu sormak isterdim: “Peki kardeşim, sen geceler boyunca canla başla çalışıp, acılı madenciye yardım etmeye uğraşırken, üç metre ötende o madencinin yakınına tekme tokat giren adamla aynı çatı altında çalışmaya nasıl devam edeceksin?”
-YILMAZ’I ATTIRMAYA UĞRAŞAN KÖŞE YAZARINA: Yılmaz Özdil çıkıp açıkça, “Ben sözleri Başbakan’a atfen söyledim” demesine rağmen, yukarıdan aldığı talimatla onu her gün linç etmeye devam eden köşe yazarına sormak isterdim:
“Kardeşim, talimat aldığın partinin sözcüsü, ‘Üç beş Mehmet şehit oldu diye Meclis mi toplanır’ dediği zaman, sen ne demiştin?”
-AYNI KÖŞE YAZARINA ŞUNU DA SORMAK İSTERDİM: “Kardeşim, ‘Askerlik yan gelip yatma yeri değildir’ denilerek, binlerce şehit veren ordu, ‘Kelle’ denilerek o şehitler, ‘Ananı da al git’ denilerek anneler aşağılandığında, mahiyetinde çalıştığın hükümetin atanmış valisi, vatandaşına ‘Gavat’ diye hakaret ettiğinde, sen isyan çığlıkları attın da biz mi işitmedik?”
Madem ağızdan çıkan lafa kulak kesildik...
Bir zahmet bunları da hatırlayalım...
Paylaş